Başkaları Üzerinden Hayatlar
Hayatı başkaları üzerinden yaşıyoruz.
Dışarıda bir hayat var ve bunu kaçırıyorum. Sanki rüzgar esiyor ve ben bunu kaçırıyorum.
Küçüklüğümden beri yatak odamızın penceresinin baktığı karşı binadaki insanların hayatlarının daha güzel olduğunu düşünürdüm. Bu his arada, kendi hayatımdan memnun olduğum zamanlarda kendini unuttursa da küçücük bir hayal kırıklığı veya pişmanlık yaşadığımda penceremde beni bekliyor. Kimi zaman salonlarındaki ışık, kimi zaman balkonlarındaki sohbet acaba karşı binadaki insanlar bizden daha mı mutlu diye düşündürüyor.
Neden insan sürekli başka insanların hayatlarını güzel buluyor? Neden başkaları üzerinden yaşıyoruz?
Küçükken, henüz annem ve babam ayrılmadan önce odalarımızda yemek yerdik. Bizde yemek masası yoktu, sofra yoktu. Televizyon yoktu. Yani ablamla bana yoktu. Ama ablamla penceremizden bakardık; onların televizyonu vardı, balkonu vardı, sohbeti vardı. Arkadaşları gelirdi bazen karşı binadaki çocuğun yanına. Televizyonun pencerelerine yansıyan görüntüsünü seyrederdik ablamla ve tahmin etmeye çalışırdık; acaba hangi çizgi filmdi bu? Bizim evdeki kanallarda da var mıydı? İşin sinir bozucu tarafı bizim buna yetmeyen bir gücümüz yok değildi. İmkânımız olmasına karşın yokluk içinde yaşıyorduk.
En mutlu olduğum zamanları düşündüm, bu zamandan ne farklıydı da şimdi aynı mutluluk yok diye düşündüm. Şimdi neyi eksik veya fazla yapar oldum da aynı gülümseme yok yüzümde. İşin garibi eskiden şimdikinden daha mutsuz olmamız gerek. Ama çocuk Candan’ın ne kadar mutsuz olduğunu dışarıdan bakınca anlıyorum. Küçükken içinde olduğum durumu fark etmezdim.
Lise ikinci sınıftı, olabilecek en mutlu halimdeydim. Umutluydum, benden bir şeyler olur herhalde diyordum. Arkadaşım vardı önceki senelere kıyasla, düşüncelerim belirgindi, utangaçlığımı ve öfkemi törpülemeye başlamıştım. Çok pişman olduğum hatalarım yoktu henüz. Kalabalıkta, gürültüde kendimi saklarım gibi düşüncelerim yoktu. Hayatıma müdahale edebileceğimi, hayatla mücadele edebileceğimi düşünüyordum.
Penceremden araba kapısının sesini duyuyorum şimdi bu yazıyı yazarken. Babam aklıma geliyor, babamın arabası. Onun arabasında giderken dinlediğimiz şarkıları hatırlıyorum; gece gözüme giren parlak sokak ışıklarını hatırlatan şarkıları. Replikas dinlemiştik birlikte en son arabasında. Avaz albümlerindeki şarkılarıyla tanıdım grubu. Gece Kadar Rahatsız Etmiyor , Dayan, İsimsizler, 0-1 ve en çok şiir gibi sözleri olan Bahar şarkıları hâlâ kulaklarımda. Son mutlu yolculuğumuzda, babamın beni sevdiğini sandığım, iyi anlaştığımızı düşündüğüm zamanların birinde.
Anılar ne ilginç; bir ses, bir koku veya bir renkle sizi ziyaret ediyorlar. Bazı türküler var. Türküyü bilmesem bile türkünün tınısını duymak babamın arabasına götürüyor beni. Ya arka koltukta ablasıyla gülümseyen küçük Candan oluyorum ya da babasının yanında babasıyla sohbet eden ergen Candan. Sokak ışıkları ön cama vuruyor ve ben gözlerimi yola diktiğimi hatırlıyorum. Yarı kapalı gözlerimle arada kafamı babama çevirip konuşuyorum. Babamla en güzel zamanlarımdı. Susup oturduğumuz zamanlar dışında “tamam kavga etmiyoruz” dediğim zamanlardı. Gökyüzü akıp gidiyor biz arabanın içinde manzaraya bakarken. Ağaçları takip edemiyorum, kayboluyorlar gözümün önünden.
Anılar gerçekten ilginç. Çekerken gerek olmayacak aslında diyerek çektiğim ama sonrasında izlerken iyi ki çekmişim dediğim bazı videolar var bilgisayarımda. Geçen gün resimlere bakarken fark ettim. Değişmeyen, asırlardır değişmeyen tek şey anın değerini bilmememiz. Sonradan izlediğim hem güldüğüm hem ağladığım bu videolar insana o anı nasılda kaybettiğini hatırlatıyor. Tekrar yaşamak için defalarca seyrettiğimiz ama asla dokunamadığımız bir nostalji bu. Aynı kar tanelerini, aynı güneşin çarpmasını hissediyorum. Vücudum ordaymış gibi üşüyor ve terliyor. Hayal kurmamı sağlıyor.
Arabayı sitemizden çıkarken görüyorum şimdi. Saniyelik imreniyorum. Sanki daha mutlularmış gibi. Nereye gidiyorlar? Daha mutlu olacakları bir yere mi? Belki mutlu oldukları yerden ayrılıyorlar. Hayatı hep kendimizi başkalarıyla kıyaslayarak yaşıyoruz. Şükretmemiz bile başkaları üzerinden. Kötü hissedip kıskanmamamız başkaları üzerinden. Tüketmemiz, sahip olmamız, başarmamız ve alkışlanmamız başkalarının elinden. Kendimizle gurur duymamız bile başkaları üzerinden. Diğer insanlar olmadan var olamıyoruz. Birbirimizi yaratıyoruz ve tüketiyoruz. Birbirimizi var edip yok ediyoruz.
Şimdi amaçlarımı düşünüyorum; aklıma hiçbir şey gelmiyor. Umut tamir edilemez kırık bir kanat artık elimde. Son birkaç adım kalmış gibi yavaşlıyorum. Varmak üzere gibi nefes alıp veriyorum. Ama görünürde hiç kimse, hiçbir yer, hiçbir ışık yok.
Kalan zamanım ne kadar bilmiyorum ama kalan zamanımı iyi geçirmek isterken boşa geçirmiş olmaktan da korkuyorum. Mesela bazen İngilizceye ayırdığım vakti kitap okumaya veya gezmeye ayırmak mantıklı geliyor. Bu zamanı anneme ayırmak mantıklı geliyor. Bazen sabahları kalkmakta zorlanacağımı bilerek geç uyusam bile ertesi gün mutlu olamayacak gibi, son akşam gibi davranıyorum. “5 yıl sonra kendini nerde görüyorsun” gibi soruları cevaplayamıyorum. Kendime birikim yapmadığım için pişman olmaktan ama aynı zamanda eğlenmeye vakit ayırmadığım her dakika için de pişman olmaktan korkuyorum. Pişman olmaktan, “keşke” demekten korkuyorum. Böyle yaşayınca dünün bugünden farkı olmuyor. Ve durumdan istem dışı nefret ediyorum.
Dopdolu konuşmadığımın farkındayım. Kabalıktan ve gürültüden uzak, inzivaya çekilmiş yorgun bir ruh gibi yaşıyorum son zamanlarda. İnsanların güldüğü, üzüldüğü veya eleştirdiği durumları uzaktan izliyorum. Özellikle lise ikinci sınıftan sonra acı, üzüntü, öfkeyi çok hissetmeye başladım. Hissetmeye başlamak hem olumlu hem de olumsuz duygularımı ortaya çıkardı. Ve fark ettim ki ben aslında daha önce yaşamıyormuşum. Ben aslında o kadar da güçlü değilmişim. Aslında bir hiçmişim. Yaşam direnç göstermek demekmiş. Hep bu direnci eleştiriyorum ama belki de buna ihtiyacım var.