Bir Ölüm Düşüncesi
Bir Haziran günü kendimi aç bıraktım. Neden bilmiyorum. Bunu uzun süre, haftalar veya aylar yapan insanlar var biliyorum. Gösteriş olsun diye söylemiyorum. Kendimi aç bırakmak arada yaptığım kendime zarar verme eylemlerinden biriydi sadece. Ama bu sefer bu aç kalma denemesinden gerçekten pişman oldum.
Demiştim ya toplantıdan sonraki gün kendiliğinden altıda kalktım diye, o günden başlayarak üç gün yemek yemedim. Ve bunun bir sebebi yok.
(12 Haziran Pazartesi)
Sabah bir sorun yoktu aslında. Uyandığımda her zamanki pişmanlık, yanlış bir şeyler var duygusunu hissettim. Sağa sola dönmelerim bittikten sonra yatmaktan sıkılarak kalkmaya karar verdim. Annem henüz uyanmamıştı. Saat daha altı olmasına karşın benim için gün ilerlemişti. Yüzümü yıkadım, odama geçtim, kitapları karıştırdım ve biraz da yazdım. Ama içimdeki sıkıntı hissini atamadım. Mekân değişikliği yaparsam veya yemek yersem iyi hissederim dedim. Ama annem uyanmamışken rahatsız etmek istemedim. Bedenim tekrardan yatağa gitti. Yorulmamıştım tabi. Kitap okumaya başladım. Zaman odaklanınca hızlı geçiyordu. Zaman geçti. Sekiz, dokuz ve on oldu. Sıcak ve kitabın etkisiyle uyumuşum. Uykuya doymuş olması gereken beynim geri uyumuştu.
Uyandığımda akşam olmuş olmalı ki odam karanlıktı. Karanlıkta yatmayı özlemişim dedim ve bunu kaçırmak istemedim. Sırtımı kapıya döndüm ve karanlığı görmeye çalışarak yattım. Annemin çoktan kalkmış olduğunu seslerden anlıyordum. Acaba kalksam mı diye aklımdan bir düşünce geçti. Ama telefondan saate baktığımda yedi civarında olduğunu gördüm. Yatmak üzere olan annemin engellemek istemedim. Bir şekilde bana yemek vermek isteyecek ve uykusu kaçacaktı. Dokuza doğru yatacağını biliyordum. Bekledim. Bende karanlığın tadını çıkardım. Henüz aç hissetmiyordum.
Uzun süredir yatma kalkma saatlerim karışıktı. Akşam altı yedi gibi kalkıyor, sabah onda yatıyordum. Uyuyamıyordum. Uyumak istemiyordum. Sanki nöbet tutuyor gibi gözlerim kapanmasını engelliyordum. Ama yorgundum ve uyumam gerekiyordu. Bedensel olarak yorulmadan, günü yaşamadan uyumaya çalışmak ayrıca yorucuydu. Yataktan sıkılıyordum ama yatmam gerekiyordu. Sabahları uyuduğum için karanlıkta uyumak nedir unutmuştum. Tabi asıl uykunun yetmemesinin nedeninin bu olduğunu da biliyorum. Karanlıkta uyumak başka bir ihtiyaçtı. Gece kalkıp günlük işlerimi gece yapınca karanlık geçmesi gereken tüm gece lambalarla aydınlanıyordu. Yapay bir aydınlık. Ve bu mutluluk vermiyor gibiydi. Sabahı kaçırdıktan sonra insanın pek bir şey yapası gelmiyordu. En azından benim için gündüzler uyumayla geçse de geceler basık ve daraltıcı geçiyordu. Havanın yeniden aydınlanmasını beklemekle geçiyordu. Aydınlıkta görünmekten korkan ama gecelerini de kendini korkutan bir canavar gibiydim.
(13 Haziran Salı)
Annemin uyumasını beklerken bende geri uyumuşum. Tekrar uyandığımda sabah üç civarındaydı. Yine karanlıktı ve ben gözlerim acımadan karanlıkta uyandığım için mutlu olmuştum. Çünkü genelde kötü rüyalardan baş ağrılarımla uyanıyordum. Gözlerime gelen ışıklar o zaman hiç keyif verici olmuyordu. Hava aydınlansın normal günler yaşamak için belki adım atmaya başlayabilirim diye düşündüm. Annemle birlikte kalkarsam belki birbirimize uyum sağlayabilirdik. Çok açlık hissetmiyordum. Uyumak açlığımı unutturuyordu. O yüzden kalkmak fikrimden gittikçe vazgeçmeye başladım.
Hava aydınlanmaya başladıkça kendimi daha net görmeye başladım. Karşımda bana kötü olayları hatırlatan bir beden vardı. Bacaklarıma baktım, ellerime ve sonra şişmiş gözlerime dokundum. Yaptığım hatalar, aldığım kararlar yeniden aklıma geldi. Söylediğim gülünç yalanlar, yazdığım pis yazılar, beceriksizliğim. Yataktan kalkıp aynaya bakmak ve tüm olanlardan sonra annemin karşısına geçmek istemedim. Cahilce yaptığımı doğru sanarak yaşayabilsem keşke ama aklıma sürekli “yaptığım yanlış” cümlesi geliyordu. Kendimi inandırmak için sesli bir şekilde “ben doğru olanı yaptım” demek içindeki küçük kıvılcıma engel olmuyordu.
Tüm bunları düşünmek başımı yeniden yastığıma gömmeme neden oldu. Boynundan ses duymamla aklıma sebepsizce kuaförün boyun ağrımla ilgili söylediği “alıştırma yap” sözü geldi. Zamanı doldurmak adına bir uğraş bulmak için mi kendimi hâlâ sevdiğim için mi bilinmez, yan yattığım yatakta kafamı geriye doğru kaldırdım. Öyle ki biraz daha geriye gitse kapıyı görebilecektim. Adamın dediğinin bu olduğunu düşünmüyorum ama her şeyi abarttığımı bildiğim için bu hareketimi garipsemedim. Sanki kendime acı çektirirken iyilik de yapmak ister gibi bir halim vardı. Bedeni eğitmek konusunda hep başka insanlara imrenmişimdir.
Ne kadar öyle durdum bilmiyorum. Çünkü bir süre sonra uyuduğumu fark ettim. İnsan ne garip; uyuduğunu ancak uyandığında fark edebiliyorsun. Uyandığımda kafam tavana bakıyordu. Saatin ilerlediğinin de farkındaydım çünkü odamdaki ışık eski parlaklığında değildi. Sönük birkaç yansıması kalmıştı penceremde. Rüya görmediğim durgun bir uyku olduğu için başım ağrımıyordu ama kendimi yine de güçsüz hissediyordum. Bunun açlıktan olabileceğini tahmin edebiliyordum. Ama yine de kalkmadım. Kımıldamadım bile bir süre. Saate bakmaya korktum.
Geç kalkmak çocukluktan kalma bir pişmanlıktı benim için. Geç kaldığımı görmek, günü kaçırmak, yetişememek, sona gelmek. Tüm bu hislerin içinde odamdaki son ışıklarda terk ettiğinde saate baktım. Tekrar akşam olmuştu. Başladığım noktaya geri gelmiş gibiydim. Bugünü kaçırdım ama belki yarın olur dedim. Saat akşam yediyi gösterirken kendimi tok olduğuma ikna etmeye çalıştım.yine çok hareket etmeden yatmaya devam ettim. Kalan enerjimi korumak için konuşmayı ve düşünmeyi kestim. Herhangi bir anıya karşı taze olmuş gibi utanmamak için kendimi karanlığa verdim. Karanlığı görebildiğim için yeniden şanslı hissederek ses çıkarmadan kapıya baktım. Zamanın geçmesini bekledim. Bekledim.
(14 Haziran Çarşamba)
Ertesi güne geçip hava aydınlandığında sık sık ama kısa uyumaya başladım. Sanki hasta olmuş gibi sağa sola dönerek kendimi uyumak için zorluyordum. Kalkma düşüncesi artık aklıma gelmemeye başlamıştı. Sadece o dakika yaşadığım baygınlığa odaklanmıştım. Tuvalete gitmek bile gözümde büyümüştü. Kafam sanki yattığım süre boyunca büyümüş gibi boynuma ağır geliyordu. Ayağa kalktım ama yatakla bütünleşmiş vücudum havada savruluyordu. Bir şekilde tuvalete gidebilmiş ve geri kendimi yatağa atarak yeniden kafamı yukarı kaldırarak yattım. Yeniden son gördüğüm şey tavan olarak gözlerimi kapattım. Bu durum aslında beni rahatsız ediyordu ama kalkınca ne yapacaktım ki? Annemin beni duymadığını umdum. Aslında her zor durumdaki çocuk gibi gelip benimle ilgilenmesini tabi ki istiyordum. Ama bana soracağı ilk sorunun yemek olacağını da biliyordum.
Ve dediğim oldu. Annem kalktığımı anlamış olacak ki odama geldi. Kapının açıldığını hissettiğim an kafamı çevirip baktım. Annemin “Yaşıyor musun? Acıkmadın mı?” sorusuna “aç değilim” dedim. “Yaşıyorsan sorun yok.” dedi annem. Aslında açtım. Çok kötü durumda olmasam da sadece açlığıma odaklanacak kadar, duygularımı hissedemeyecek kadar, uykuma odaklanamayacak kadar açtım. Ama kendi kendime inatlaşıyordum. Sanki yeniden ergen bir Candan olmuş ve anneme kafa tutuyordum. Kadının bundan haberi bile yoktu. Tek isteğim kendimi terbiye etmek miydi yoksa sadece bir yarış mı? Ne kadar dayanabileceğimi bilmek ister gibi annem odamdan çıktıktan sonra “dayanabildiğim kadar” dedim sessizce. Ne söylediğimi beynim bilmese kulaklarım asla anlamazdı.
İntihar ettiğimi düşündüğüm çok hayal var. Kendimi genelde bir yerden attığımı ve saniyede acı çekmeden öldüğümü düşünüyorum. Ardımdan dinecek fırtınayı biliyorum. Her şeyi o an bittiğini düşünmek, artık bir sorunla uğraşmamak, etrafımdakilere sıkıntı vermemek, bu hayal kadar beni mutlu eden bir başka hayal yok. Böyle rüyalar göremiyorum çünkü rüyalarımı kontrol edemiyorum. Ama uykuya dalmadan kendimi yüksek bir binadan attığımı düşünmek rahatlamamı sağlıyor. Keşke yapacak cesaretim olsa diyorum. Market diye çıksam evden çok uzatmadan bu işi bitirsem. En fazla üzülecek kişi annemdir ama bir gün ağlar sonra yaşamına devam eder.
Açlık düşünmeme engel oldu. Giderek midem bulanmaya başladı. En naif düşünce bile çirkinleşiyordu gözümde. Yemek bile tat almam gereken bir şeyden çok tatsız bir tahtaya dönüşmüştü gözümde. İnat etmekle yanlış yaptığımı fark ettim. Acı verici gelmeye başladı. Kendi nefesimde boğuluyor gibi her nefes aldığımda daha da zorlanıyordum. Odamın penceresi kapalıydı bu tüm bu uyuduğum günler boyunca aynı sıcak havayı solumuştum. Artık uykuya dalamayan beynim öğleden kadar hareket etmeden yatırmaya zorladı beni. İnsan bu şekilde ölebilir mi dedim kendime. Ölmez ya. İnsanlar ne işkenceler, hapisler yaşıyor. Benim açlığım onların yaşamlarının yanında kırıntı. Ama ya hasar bırakırsa. Dayanabilirim belki bir gün daha.
Saçmalama.
Aklımda iki düşünce tartışıyor gibiydi. Bir taraf inat etme kalk yeter diyor diğer taraf en kötü bu değil biraz daha aç kalkmalısın diyordu. Yesem ne değişecek yemesem ne değişecek. Sıcak, havasızlık ve açlığın ardından fazla uyumaktan kaynaklı bir peltekleşme başladı kafamda. Bir uzaylı kafası kadar anormal görünüyordu artık bana. Görmesem de şişkinliğini hissediyordum. Zamanı karıştırmaya uyuyup uyumadığımı anlamamaya başladım. Arada uyuyor olmalıyım çünkü günışığının kesildiğini fark ediyordum ve saat ilerliyordu. Annemin “yaşıyorsan sorun yok” cümlesi aklıma geldi. Sorun yoktu. Yaşıyorsam, hâlâ hayattaysam sorun yoktu. Bir umut. Sıfırdan başlamak için bir şansım olmalıydı. Hâlâ bunu durdurabilirdim. Yeni bir gün yeni bir sabah olabilirdi. Ama yatakta kafası şiş, aç ve uyumaktan yorulmuş Candan için bu düşünceler bulanıktı.
Ne yaptım ben kendime?
Sırtüstü yattım ve kendimi kapıya doğru çevirmeye çalıştım. Neyi bekliyorum deminden beri? Üç gündür ne bekliyordum. Bunun kalkmak için son şansım olduğunu düşündüm. Kalan enerjim zaman geçiremeyecek kadar değerliydi. Bu zor aldığım nefesleri kendimi toparlamak için kullanmam gerekiyordu. Daha önce mide bulandıran filmleri seyrederken hissettiğim kalp çarpmasını hissettim. Tansiyon çıkması mıdır düşmesi midir bilmiyorum kriz geçiriyor gibi hissettim. “Hayır ya!” diye içimden geçirdim ve bu kelimeler beni yataktan itti. Kendimi yere attığımı fark ettiğimde kalkmak için enerji bulamadım. Ben bunu daha öncede yaşadım, dayanabilirim dedim ama bu diğerlerinden daha kötüydü. Sadece yorulmuş veya nefes nefese kalmış gibi değildim. Anneme gidip kötüyüm demek istemedim. Ona ne kadar kötü hissettiğimi göstermek istemedim. Çünkü söyleyeceklerini biliyordum. Annem yaşadığım bu krizi görse çocuğuna çektirdiğim acı için bana kızabilirdi.
Kendimi masaya kadar götürdüm. Güçlükle sandalyeme oturdum ve masamın yanındaki pencereyi açtım. Masamda kolonya ve su olduğunu sanmıştım. Fenalaştığım zamanlarda her zaman işe yararlardı. Olmadıklarını fark etmem beni daha da kötü hissettirdi. Sadece gereksiz notlardan oluşan kâğıtlar vardı. Bu durumda bana yardım edemezlerdi. Neden inat ettim ki? Pişmanlık hissettim. Bir daha kendimi aç bırakmamam için bana ders verecek bir pişmanlıktı bu.
Sıcak bir kez daha açlığımın önüne geçince pijamamın üstünü çıkardım. Kendimi masaya bıraktım ve yüzümü kolumun üzerine koyarak bir süre hareketsiz yatmak istedim. Hızlı kalp atışlarım yavaşlamadan daha fazla hareket etmek beni korkuttu. Hava almaya çalıştım. Hızlı hızlı derin nefesler alarak dışarıdan duyulsa ne kadar yanlış anlaşılacağını umursamadan vücudumu rahat bıraktım. Odamdan çıkmak için güç toplamam gerekiyordu. Salona gitmeyi bırakın kapıya gitmek çok uzak geliyordu bu nefesler arasında. Ama bu bekleyiş ardından yine de kendime gelemedim. Belden aşağım üşümeye başladı ama gövdem ve başım yanıyordu. Bu ikilemi hissetmeye başlamak beni daha da korkuttu. Beklemek daha fazla zaman kaybı demekti.
Kendime değer vermek için kendime acı çektiriyor gibiyim. Kendi değerimi anlamak için, sağlığıma şükretmek için ve daha çok yaşama tutunmak için.
Ne kadar geçti bilmiyorum ama kafamı yavaşça kolumun üzerinden kaldırdım. Dizlerim üzerine bıraktığım pijama üstünü yeniden giydim. Sandalyeden dolaba tutunarak, dolaptan duvara tutunarak ilerledim. Koridor boyunca annemin beni gördüğündeki ilk tepkisinden korktum. Kızmasına, dalga geçmesine kendimi hazırladım. Kabullendim çünkü öyle bir durumda olduğumu biliyordum. Bedensel acım gururumun önündeydi. Ama annem hiç düşündüğüm tepkileri vermedi. Aksine ne yemek vermesi gerektiğine karar veremedi. Uzun süre aç kaldıktan sonra ne verse zarar verecek diye korktu. Kızgın hissettiğini biliyordum. Bunu biraz daha kendime gelince söyledi. Küçükken yaptığım saçma inatlardan olduğunu oda anladı.
-“Çocuğuma böyle davranma.” dedi.
Ekmek mi, çorba mı, pilav mı diye düşünürken mutfağa gitti. Benim aklımda bunu bir daha yapmama cümlesi dolanırken nefes almalarımın tekrar hızlandığını fark ettim. Annemin karşısında o krizi yeniden geçirmek istemedim. Geçmesi beklemenin sadece direncimi düşürdüğünü düşündüm. Nefessiz kalacak gibi hissettim. Daha fazla artmadan mutfağa giderek anneme kolonyanın yerini sordum. Kolonya kadar basit bir çözümü olacağını düşünmedim ama kendime gelmem veya fenalaşmamı engellemesi için bir şanstı. Düşündüğüm gibi işe yaramadı. Bunu sadece yemek yiyerek güç toplayarak atlatabilirdim.
Ben kolay yemek için çorbayı seçerken annem beklememem için bana ekmek getirdi. Ama sonrasında mideye iyi geldiğini bildiği lapa şeklindeki pilavdan verdi. Lokmaları yerden vücudumun bana kızdığını hissediyordum. Sanki içerden beni dövüyordu. Annemin kızgınlığı o an o kadar da önemli olmamıştı o yüzden. Doymaya başladıkça vücudumun titremesi azaldı ve bulanık beynim iyileşti. Annemin bana olan kızgınlığını o zaman dinlemeye başladım.
Kendime ne zaman değer vermeye başlayacaktım? Bunun için canımın acımasını beklemem, oturup kendime acımam mantıksız. Gerçekten kendime değer vermek istemediğimi düşünmeye başladım.