İş Hayatında Tecrübeler: Geçen Yılbaşı
İş hayatında zorluklar sadece beden yorgunluğundan kaynaklanmıyor. Çok çalışmak başarı getirir mi? Hayır böyle bir kural yok. İş hayatında oyun kurallarına pek uyulmuyor. Ne kadar iyi çalıştığınızın bir önemi yok. İş hayatında başarılı olmak, yükselmeniz, yükselmek dışında sadece yerinizi korumanız için bile insan ilişkileri gerekiyor. İş deneyimleri sadece iş anlamında değil hayat ve insan ilişkileri içinde deneyim sağlar size. Ve bu deneyimler iyi veya kötü dönüm noktaları olur. Şimdilik kısa bir iş hayatım olsa da kendime göre tecrübeler edindim. Karakterimin ortama uyum sağlamayan ve yalakalık yapmayan tavrından dolayı da oyunu yanlış oynadığımı yeni yeni anlıyorum. İş hayatında olan çatışmaları haksızlıkları anlatan filmleri izledikçe, hikayeleri duydukça bunları sadece benim yaşamadığımı da fark ediyorum. İstifa etmeye zorlanmak ve durumumu savunamayacak bir hale nasıl geldiğimi başka bir yazımda anlatmak isterim. Şimdilik sadece iki haftalık deneme süresini geçirdiğim bir deneyimimden bahsedeceğim.
Yılbaşı her zaman hoşuma gitmiştir. Kendi doğum günümü bile önemsemesem bile yılın parlak bulduğum günlerinden biri. Yılbaşı süsleri, kazaklar, bembeyaz kar, bütün dünyanın aynı anda süslenmesi benim için her zaman heyecan verici olmuştur. Her ne kadar evimizde süslemeler, eğlenceler yapılmasa da sebepsiz yere mutluluğunu hissetmeye başlıyorum. Yılbaşı yeni başlangıçları hissettiren günlerden biri. Belki de bu özel günler umut veriyor bize.
Ama bu sefer işsizlik boğuşmalarıyla geçen bir yılbaşından bahsetmek istiyorum. Aralık başı, yılbaşı için bir ay var. İnsan bir şeylerin değişeceğini, hayatının düzene gireceğine inanıyor oysaki. Yüzüm duvara bakıyor kapıya sırtım dönük oturuyorum. Yeni yerleşmeye başladığım ahşap masadayım yeni işyerinde. O gün yağan yağmurla tamamen dizime kadar ıslanmış, pantolonumla rahatsız bir şekilde otururken ayaklarımda yünlü renkli terlikler var. Tek umudum korkmamak, tek umudum umutlu hissetmek. Yeni keşfetmeye başladığım Küçüksu Caddesi’nde çoğu zaman kaybolma paniğiyle yürüyorum. Yürüme, otobüs ve metro sürelerini hesaplıyorum. Her geçen gün daha iyi olmam gerek. İşe alışmalıyım.
Eski iş yerinde de sürekli yetişmeye çalışıyordum. Tabi oranın hamam böcekli ve fareli tuvaletine kıyasla iyiydi. Orada sürekli cebelleşen veya lavabonun içinde bekleyen, üstünüze doğru hızlı yürüyen telefon boyutunda hamam böcekleri vardı. Şuan çalıştığım yer işleyiş olarak farklı değil, Sattıkları ürün farklı olsa da insanlara davranışları aynı. Hatta daha kaba. Eski çalıştığım yer kibar taklidi yaparken bunlar direk kabayım diyor.
Bu arada söylemedim burası tuhafiye, zücaciye ve epoksi malzemeleri satan bir mağazanın e-ticaret ofis bölümü. Tabi sözde ofis. Normalde mağaza cadde üstünde ama eskiden aynı yerde olan ofis bölümünü karşı binanın -1’deki katındaki kiralık bir daireye taşımışlar. Dışarıdan zile basarsanız demir dış kapı açılıyor. Sonrasında içeri girip bir merdiven iniyorsunuz. Bu sefer daire kapısına ulaşıyor ve kapının dibinde oturan (şuan adını hatırlamadığım) kız sayesinde içeri giriyorsunuz.
Kimsenin adını hatırlamıyorum. Orada sadece bir hafta bulundum o dakika az buçuk seslenebiliyordum ama şimdi iş görüşmesi yaptığım müdürün adını bile hatırlamıyorum. İçerde benimle birlikte beş kişi var. Müdür, sosyal medyacı, benimle aynı işi yapan sitedeki içeriğine bakan (kapıyı açan) kız ve farklı bir odada daha çok entegra konularına bakan İranlı mı Suriyeli mi olduğunu anlamadığım bir adam. Benim başladığım haftanın ya Salı ya da Çarşamba günü işten çıkan ve süreye kadar sürekli bağıran öfkeli bir adam da vardı. Sonradan öğrendiğime göre işten çıkan bu adam, patronun arasında kişisel ve parasal durumlardan dolayı kin besleyerek çıkmış. Patron diyor ki o bana kazık attı, çocuk diyor şimdi mi böyle oldu. Söylenerek ve çoğu zaman bağırarak ya telefona konuşurdu ya da o sırada dibindeki mutfakta olan müdürle konuşurdu. O gidince sessizlik olmuştu.
Çalıştığımız daireye ayakkabılarla giremiyoruz. Patron kiralarken sahibiyle öyle anlaşmış ve bu durum bizde üşengeçlik ve üşüme yaratsa da alışmaya çalışıyoruz. Her iş yerinde yaşanan sorunlar vardır değil mi? İçerde halı var ve terlikle dolaşıyoruz. Annem orası için ayrıca pofuduk tüylü terliklerden almıştı. Her dışarıya çıkmak istediğimde kapıyı açıp dışarıda merdivene basarak çoraplarımı kirletiyorum. Eve gidip botlarımı çıkarınca o çoraplarla kendi ev terliğimi giymek istemiyorum. Bu yüzden her akşam çorap değiştirdim. Evde kapının önünde, terliklerimi giymeden çoraplarımı çıkartarak odama gidiyordum.
Her gün farklı bir sorunu, farklı şekilde deneyerek çözmeye çalıştım. Ama olmadı. Ya da ben beceremiyorum. Üşümelerim, terlik mevzusu, masanın alçaklığından kötü oturma pozisyonuyla geçen çalışma saatleri… Çünkü bu duruma alışkın değildim. Bunlar çözülemez dert gibi gelmemişti. Sırf bu yüzden işten çıkmak istemedim.
Haftanın son iki günü 2808 tane ürünü kontrol etmemi istediler. Tamam, yaparım dedim, işim bu. Ama gerizekalı bir işle uğraşmak istemiyorum dedim içimden. Haklıyım veya haksızım. Değişen bir şey yok. Yerimde sayıyorum. Sıkılıyorum. Küfrediyorum, bildiğimce. Cuma akşamı annemle konuşurken içimde garip bir his var dedim, sanki yanlış giden bir şeyler var. Olay sadece bana verilen iş değil o sadece yorucu. İçimde kötü bir his var. Annem görüşme günü terlik ve mekanın yasadışı gibi kaçak havasını görünce zaten istememişti. Bana “çık” dedi. İnsanlar zor iş buluyor dedim. Ama “senden önemli değil” dedi.
Ertesi hafta Pazartesi müdüre çıkmak istediğimi söyledim. Sanki anlamış gibi şaşırmadan kabul etti. Birlikte mağazaya gittik. Bir haftalık maaşı vermek için mağazaya gidip patronla konuşacağını söyledi. Müdür beni mağazadan Şahin’le tanıştırdı ve geri ofise döndü. Adını hatırlıyorum çünkü belki de en yağcı olan oydu. Şahin neden çıkmak istediğimi sordu. Uzatmadan annemin yanına dönmek istiyordum.
-“Ortam bana uygun değil. Yanlış anlamayın kişilerle ilgili değil, çalışma yeri” dedim.
-“İsterseniz bir hafta da burada çalışın. Mağazayı severseniz buradan devam edersiniz. Kimse işini kaybetmek istemez. Bende çalışanım biliyorum.”
Tereddüt ettim. Belki de o tereddüt bana bir mesajdı. Belki de ilk kararım doğruydu. Aklıma değil de hislerime güvenmem gerekirdi. Denemekten zarar olmaz dedim ve kabul ettim. Anneme yazdım ve hemen işe başladım. Annem sonradan dediğine onun da içinde kötü bir his varmış.
İlk iki gün iyiydi. “Soru sorabilirsin. Bizler senin ablanız abiniz” dediler. Annem akşamları “iş nasıldı?” diye sorduğunda “alışmaya çalışıyorum” diyordum. Ama üçüncü günden itibaren üzücü geçen günler başladı. Şahin başta olarak oradakilerden azar yemeye ve sorulara ilgisiz cevaplar almaya başladım. Bir anda soğuk davranmaya başladılar. Uzaktan bana bakıp gülüyorlardı. Yanımdaysa ortamda yokmuşum gibi davranıyorlardı. Bel altı şakalarla dalga geçiyorlardı. Birbirlerine motor diye hitap etmelerini saymıyorum. Patron haftanın sonuna doğru bana Trendyol ve Hepsiburada sayfalarına bakmam için bilgisayar ayarladı. Yanımda benimle aynı hafta işe giren Elif abla da çalışıyordu. Onun yanında çalışmak aslında hoştu. Mağaza da komik bir şey olduğunda gülerken maskenin içinden gülüyor, bana da “sende maskenin içinden gül” diyordu. Kendimi yalnız hissetmemi günün geçmesini sağlıyordu.
Akşamları geç çıkmak benim için sorun değildi. Temizliğe katılmak, bulaşık yıkamak ama Elif abla bir akşam:
-“Sende çık bekleme. Kullanmadığım mutfağın bulaşıklarını yıkama.” diyordu. Aslında haklıydı.
Mağazada ikinci haftama girdiğimde Salı günü müdür öğlen saatlerinde geldi. İlk Elif abla sonra benimle konuştu. İşe alım ve kovma işini ona vermişler. Zaten çıkmaya karar verdiğim işten kovulmak komik oldu. Bir anda beceriksizliğime ve zor iş bulurum telaşıyla hırsla ağladım. Müdür cümleye başladığında kızarmaya başladım. Gözlerim hemen ıslandı. İş bulamamak korkusuyla çaresiz hissettim. Müdür beni sakinleştirmek istedi. Oda burada devam etmemi istemediğini çünkü mağazadaki elemanların karakterlerini bildiğini söyledi. İstersen bu haftayı tamamla, haftanın parasını tam alırsın dedi ama ben orada daha fazla kalmak istemedim.
-“Gitmek istiyorum.” dedim.
Burnumu silmem, kirlenmiş maskemi (covid zamanlarıydı) mutfakta değiştirmem beni rahatlatır, fabrika ayarlarına dönerim sandım. Ama sinirim, endişem o kadar kolay geçmedi. Hep tamam daha fazla ağlamam diyordum ama tekrar gözlerim kızarıyor, burnum doluyordu. Her defasında maskemi değiştirmem gerekiyordu. Ayrıca maskeyle ağlamak çok zor. Beni üzen aşağılanmış olmak ama aynı zamanda tekrar iş arama döngüsüne girecek olmaktan rahatsızdım. Hiçbir vasfım olmadığı için işsiz, parasız kalmaktan ve anneme yük olmakta korkuyordum. Tüm bunları aynı anda yabancı bir mutfakta düşünerek ağlamak can sıkıcıydı.
Anneme kovulduğumu yazarak caddeye çıktım. Metroya doğru yürürken düşünmemeye çalışsam da, rüzgar gözlerime bir parça iyi gelse de daha çok uzaklaşmadan mağazaya yakın bir apartmanın önünde yanımda taşıdığım son yedek maskeye güvenerek bir kez daha ağladım. Kötü hissediyordum ve biliyordum üzerinden zaman geçtiğinde bu kadar kötü gelmeyecekti bu durum. Ama insanın bunu kabul etmesi kolay olmuyor.
Sonraki gün maaşı almak için ofise gittiğimde arkamdan yaptıkları konuşmaları ve gülüşmeleri öğrendim. Müdür “mağazada bizi dinlemişlerdir o yüzden her şeyi anlatmadım” dedi. Elif ablada diğer elemanların tavırlarından rahatsızmış. Benim arkamdan söylenen yapılan el hareketlerini o fark ediyormuş ve müdüre anlatmış.
Kurtulduğum için mutluyum. İnsan sadece onlar varmış gibi, muhtaçmış gibi başka olasılıkları düşünmeyi kesmemeli. Daha iyi yaşayabilecekken neden katlanasın ki? Zorunda kalmış ve köşeye sıkışmış insanlar için üzülüyorum. İş hayatında seçim yapacak durumda olmuyor bazı insanlar. Ama şansı olanlar kendini kurtarmalı pis insanların yanından. Bu hayat birine katlanmak için çok kısa.