Ginger ve Rosa – Arkadaş Hayalim
Ginger ve Rosa filmi nasıl karşıma çıktı hatırlamıyorum. Arada aklıma gelen, izledikten sonra havasında kaldığım filmlerden. Hatta sadece fragmanını bile izlemekten keyif alıyorum. Türkiye’de Bir Hayalimiz Vardı adıyla gösterildi. Neden filmin ismini yanlış yazarlar, akıldan filme isim verirler anlamam. Bu sözün filmin içinde Ginger karakterinin söylediği bir söz olduğunu biliyorum. Ama bence filmin adını değiştirmek, yanlış dublaj yapmak ve repliği değiştirmek kadar yanlış.
Bir dost hayal edin, bir kardeş kadar yakın. Ben her zaman bunu hayalini kurdum. Hemcins olması bazı anlar için size rahat hissettirebilir. Sipariş verir gibi olmak istemiyorum ama ne yapabilirim çocukken bunu düşündüm. Ginger ve Rosa filmindeki gibi saç rengi, giyim tarzı, bazı konularda bana zıt olan bir arkadaş hayal etmiştim. Bir elmanın yarısı gibi hissetmemizi sağlardı. Böyle bir dostla her şeyi birlikte yaptığınızı, onun size ve sizin ona yeni deneyimler yaşattığınızı düşünün. Zaman zaman da aklıma geliyor. Ama artık umut olmaktan çok fantezi olmaya başladı. Çünkü artık geç olmuş ve gerçekleşmeyeceğini biliyorum. Çocukluk geçti, ergenlik geçti. Geçmişi olan bir dostum yok.
Ginger ve Rosa aynı gün doğmuş iki genç kız. İkisi de boşanmış ailelerin çocukları. Hedefleri, hayalleri, karakterleri farklı olsa da birbirleriyle olan bağlarıyla eğlenebiliyorlar. Mesela filmde Rosa’nın ateist olan Ginger’a haç işareti olan kolye vermesi ve birlikte kiliseye gitmeleri ikisinin de inançları farklı olsa da birbirlerine değer verdiklerini gösteriyor. Başka bir sahnede Rosa umurunda olmasa bile, Ginger gittiği için soğuk savaş karşıtı yürüyüşe katılıyor. Sevdiğinin değer verdiğine senin de eşlik etmen ve destek olman çok güzel bir his olmalı. Birini sevmek, birine değer vermek çok güzel olmalı.
Soğuk savaş zamanı atom bombası endişesi olan halk ve bu yetişkinler arasında hayatı siyah beyaz görecek kadar genç olan Ginger var. Ginger ve Rosa tüm bu soğuk savaş, nükleer savaş tehditlerini arka planda anlatan bir film. Ginger yetişkinlerin konuşmalarıyla ölüm korkusunu derinden hissediyor ve kimi zaman kafası karışıyor. Yetişkinler sanırım gençler kadar korkmuyor?
Ben filmi gezi parkı olayları sırasında lise 3. Sınıfta depresyon zamanlarına girmeye yakın izlemiştim. Gezi parkı, son dönemlerde çok konuştuğumuz 14 Mayıs seçim günü gibi siyaseti sosyal hayata taşır oldu. Eskiden siyasetten konuşmak farklı bir durumken ve her insan bunları konuşmazken şimdi dizilerden bahseder gibi siyasetten bahsediyoruz. Zaten çoğu insanda bilinçsizce futbol takımı tutar gibi veya dizideki bir oyuncuyu savunur gibi parti tutuyor. İnsanların neyi savunduğundan bile haberi yok. Sanki bizim hayatımız değil gibi “bak nasıl yendim!?” konuşmalarıyla birbirimize laf sokuyoruz. Hele sosyal medya insanların kapışması için güzel bir arena oldu.
Gezi parkıyla birlikte okulda ve sokaktaki siyasi gerginlik benim depresyon halimi etkilemiş olmalı. Baba, yemek, sağlık ve para sorunlarıyla birlikte depresyonu su yüzüne çıkardı. Çocukluğumdan beri gelip diden melankolik havayla kurtaramadım lise yıllarımı. Ve bende giderek acı çekme, sürünme, yaşlanma ve ölüm korkuları başladı. Kısacası gelecek kaygısı. İşte intiharı o zamanlar bir seçenek olarak görmeye başladım. Çözümü intihar sanıyordum. Ölüm üzerine düşünüyor, araştırıyor, denemeler yapıyordum.
O kadar hasta insan varken, yokluk çeken insan varken ve onlar hayatta kalmaya çalışırken benim ölmek istemem şımarıklık gibi geliyordu. Ama gece yatağımda yorganıma gömülmüşken günümü gözlerimin önünden geçiriyordum. Ve hiçbir anından mutlu değilim diyordum. Kahvaltıda, okula giderken, okulda, okuldan gelirken, evde yemek yerken, yatakta uyumadan önce… Özellikle uyumadan önce tek başına kalmış olmanın rahatlığıyla ağlıyordum. Her gece ağladığımı hatırlıyorum. Gün içinde de okulda ve eve gelince yemeklerden sonra uyuyordum. Duygulardan kaçmak için ve hissetmemek için uyuyordum. Annemin babamla boşanırken ki ilk yıllarında sürekli uyuyakaldığını görüyordum. Şimdi o bir koltukta ben bir koltukta birlikte uyuyorduk.
Filmdeki genç kızın baba, dostluk, ölüm endişeleri ve şiire olan yakınlığı bana tanıdık geliyordu. Yalan söyleyemem daha çok afişteki kızıl saçlar için başlasam da, film bazı sahnelerdeki koyu soğuk görüntüsüyle, bazı sahnelerdeki estetik göz alan renkleriyle de beni kendine çekti. Özellikle Ginger sırtüstü karın üzerine yatarken yeşil montu ve parlak kızıl saçlarıyla renkli bir görüntü yaratırken, avuçlarıyla karları sıkması bana anılarımı, düşüncelerimi ve tüm o duygularımı hatırlattı. Ölüm yakınken yaşamı daha çok hissetmek, bir daha göremeyeceğin bir dost gibi kendi canını sarılmak gibi. Hayattan ayrılmak mı ölüme kavuşmak mı?
Kendimi Ginger’ın yerine mi Rosa’nın yerine mi koymalıydım bilmiyorum. Ama ya karakterim yakın olduğu için ya da film daha çok onun duygularına odaklandığı için kendimi Ginger gibi hissettim. Tabi bunun bir önemi yok. Zaten önemli olan asla olmadığım bir karakteri anlamak filmde. Şair olmaya karar verdim demesi, yetişkin hissettiği eylemciler arasında olması, babasıyla konuşmaları, üstündeki durgunluğu görünce hoşuma giden tek özelliği kızıl saçları olmaktan çıktı.
Ginger olarak sordum; acaba o kadar da iyi dostlar değil miydik?
1.Gözümde değerli olan babam ve dostum nasıl aynı anda bana ihanet edebilir?
2.Kıskandığım babam mı arkadaşım mı?
3.İki ebeveyn de sırtını dönebilir mi? İkisi de çocuklarından çok kendileriyle ilgili olabilir mi?
Ginger’ın baba ve Rosa birlikte yanındayken olan rahatsızlığı beni üzmüştü. Onların odadaki seslerini dinlerken yastığıyla duymamak için direnmesi, makarna yedikleri sahnede sanki o yokmuş gibi yakın davranmaları ve onların cici hallerini izlemek zorunda kalması ikisi tarafından ihanete uğramış gibi hissettirdi bana. Onun ötesinde sırrın ortaya çıktığı sahnede “Söylersem patlayabilirim” sözü filmi bir savaş filmi olmaktan çıkartıyor. Annesinin durumu öğrendiğinde verdiği tepki anne ve babasının Ginger’ı hayatlarında nereye koyduklarını da gösteriyor.
Ginger ve Rosa son replikleriyle hissettiği her şeyi Ginger’a söyletiyordu. Hastanede babasına sırtı dönük oturan Ginger belki tüm bu eğlence ve arayışın içinde yaşadıklarıyla büyümüş gibiydi. “Bir hayalimiz vardı. Seni sevmiştim Rosa, anlamıyor musun?” Bu sözü hoşuma gitti. Biraz boşlukta bıraktı. İlk duyduğumda, bu ne hayalse film boyunca ya ben kaçırdım ya da bize gösterilmedi dedim. Ya da bu hayal zaten hayatı yaşamaktı. Her zaman en iyi arkadaşlar olmaktı. İnsan ölümü bilince hayattan daha fazla zevk almaya başlıyor. Hasta olmak gibi, sağlıklı günlerinde ne kadar şanslı olduğunu düşünüyorsun. Babasının özür dilemesinin ardından şiirine geri dönen Ginger belki hem Rosa hem de babası için “affediyorum” dedi. Çünkü önemli olan yaşamak.
“…asıl önemli olan yaşamak.”