Hozier-Dinner and Diatribes – Düşmanı Yenmek
Ne zamandır şarkılar klipleriyle ünlü olur oldu? Müzik klibi mantığı ne zaman çıktı? Aslında bir müzik klibi olsa da ve sadece şarkıcının veya şarkının reklamını yapsa da film olarak ayrı hoşuma giden müzik klipleri var. Film izlemek gibi canım klibi izlemek istiyor bazen. Zaman zaman şarkıdan çok klibin havası için izliyorum. Bazen klip ve şarkı birlikte yazılmış kadar uyumlu oluyor. Şarkıyı dinlerken kısa süreliğine gözlerimin önüne başka bir dünya getiren klipler var, aklımda kalan klipler. Onlardan aklıma ilk gelen Hozier – Dinner and Diatribes.
Hozier çoğu kişi tarafından “Take Me The Church” şarkısıyla tanınıyor. Aslında bende bir süredir başka şarkısını dinlemesem de bir gece video resminde Anya Taylor-Joy olduğunu fark edince sadece oyuncu için klibi izlemek istedim. Normalde oyuncunun karakterinin önüne geçmesini sevmem. Ve karakteri izlerken oyuncuyu tanımamanın daha keyif verdiğini yeni yeni anlıyorum. Siyah Kuğu filmini ilk izlediğim zamanı hatırlıyorum; Natalie Portman, Vincent Cassel ve Mila Kunis daha önce izlemediğim oyunculardı. Onları ne zaman başka bir filmde izlesem Siyah Kuğu’da onlara karşı hissettiğim duygular referans oluyor gibi. Tabi zaman içinde bir oyucu veya herhangi bir insana karşı düşünceler değişebilir. Ama ilk kez izlerken ki o önünü arkasını düşünmeden, büyük anlamlar yüklemeden ve beklentiye girmeden keyfini çıkarmak çok ender bir duygu. Çocukken yenen çikolatanın aynı tadı şimdi vermemesi kadar özel.
Anya Taylor-Joy ‘u ilk izlediğim film The Split olsa da belki birçok insan gibi The Queen’s Gambit dizisinde izlerken daha çok keyif aldım. İlk annem Netflix‘den seyretmiş ve “kızın tepkileri senin tepkilerine benziyor” diyerek bana tavsiye etmişti. Birlikte tekrar baştan izlemiştik. Beth karakteri bana benziyor muydu bilmiyorum ama yakın hissettiğimi söyleyebilirim.
Genelde biri size “şu sana benziyor” dediğinde sizin o kişiyi kendinize benzetmeniz zordur. Bunun nedeni kendinize tam olarak dışarıdan bakamadığınız için olabilir. Bir başkasını kendinize yakın bularak sempati hissetmek, benzer kaderleri paylaştığınızı düşünebilirsiniz. Bazen size benzetilen bir insana karşı sempati hissetmeyebilirsiniz. Bu o kişinin aklında sizinle ilgili olan görüntüyle ilgili. Tabi bedensel benzerlikle davranışların benzemesi farklıdır. Kimi zaman yüzü benziyor dersiniz, kimi zaman cevapları, kimi zaman davranışları. Farklı bedenlerde olan ruhlar aynı bakışlara sahip olabilir.
Dinner and Diatribes klibini ilk işimden istifa etmeme yakın izledim. Buda klibe bakışımı etkilemiş olabilir. Her izleyen kendi yaşadıkları, tıkanıklıkları ve yarıda kalan hevesleriyle izliyor filmleri. Yorumların hepsi hem gerçek hem uydurma olabilir. Klibi bak şuradan söyle yaptı, elbisenin rengi bundan böyle demek istemiyorum. Bana ilk izlediğimde aynı şaşkınlığı, keşfetmeyi ve zaferi hissettiren sahnelerini başka bir algı olmadan izlemeye devam etmek istiyorum.
Dinner and Diatribes klibini koltuk kavgası, iktidar savaşı olarak gördüm. Klibin başında görülen A Seat At Table yazısı bir film adı olarak ön bilgi oluyor bize. Ailede olsa sevgilide, patronda, yasalarda olsa üstümüzde baskı var. Sıfatlar, yüzler, isimler değişiyor belki. Belki koltuğun yeri de değişiyor. Ama asıl yönetenler koltukta oturanlar değil de, ayakta olanlar olabilir. Vezirlerin, din adamlarının fısıltılarla tacı takan kafanın arkasında beklemesi gibi. Kendi istediğini liderin gücüyle gerçekleştiren uşak gibi.
Klibin başında masada uzun zamandır oturduğu anlaşılan adam ve karşısına oturtulan kadın görünüyor. Belli ki kadın orada durmak istemiyor. Kadın başta adamı yakmak isteyip yakamıyor, hatta ateş kendi elini yakıyor. Ayrılmak istediği odadan çıkamıyor ve direnç göstermeye çalıştıkça uşaklar tarafından hareketleri kontrol ediliyor. Bu uşakla adamın kontrolünde mi yoksa kadının içsesi mi? Adamın arkasından kadına müdahale eden uşaktan dolayı başta masanın kontrolünün adamda olduğunu düşündüm. Ama aynı uşak sonunda adamı yakması için kadına kibriti veren kişi. O yüzden tüm uşakların koltuktakileri kukla misali kullandıklarını düşünüyorum.
Nedendir bilinmez uşaklar bir noktada ipucu verir gibi kadına yardım ederek kulağına bir şeyler fısıldıyorlar. Ne oluyor ve nasıl oluyorsa bu fısıltıyla kadın başta yakamadığı adamı sonunda yakmayı başarıyor. Ne değişti arada?
Kadının baş aşağı döndüğü sahne ilk izlediğimde beni çok rahatlatmıştı. Aynı zamanda nakaratı dinlemek uçuyormuş, bende dönüyormuşum hissi veriyordu. Ben bu dönüşün bir dönüşüm olduğunu düşünüyorum. İlk nakaratta sağa sola hafif dönen kadın, tamamen 360 derece döndüğünde sanki değişiyor. Umut, cesaret, güç veya akıl artık ne derseniz bir şansı oluyor. Ve en sonunda adamı ateşe verebiliyor. Zafer mutluluğu bir süre devam ediyor ama kadın, uşağın ona yanan kibriti fırlatmasıyla artık yanmayan kişinin kendisi olduğunu anlıyor.
Belki de düşmanı yenmek için düşmana dönüşmek gerekiyor. Kendisi için savaştı ama zaferin sonunda düşmanından farkı kalmadı. Bu durum genelde intikam konulu filmlerde, hikayelerde anlatılır. Bize de sorulur; intikam doğru mu? İntikam gerekli mi? İntikam adaleti sağlar mı?
Bazen hayat sizi savaşmak istemediğiniz, sizi rahatsız eden kararlar almaya zorlar. Bir şekilde kendimizden vazgeçiyoruz. Ya bedenimizden ya duygularımızdan. İstesek de, kendi kararımızı verdik desek de her şekilde kendimizi değiştiriyoruz.
1.Boyun eğip savrulmayı kabul edebilir ve hasar alabiliriz
2.Savaşıp direnç gösterebilir ve sonunda kaybedebiliriz. Yine hasar almış oluyoruz.
3.Yine savaşıp, düşmanımıza benzeyip onu alt edebiliriz. Ama o zaman ondan farkımız kalmayabilir. Hasar aldığımızı bile fark etmeden kukla olarak masada yerimizi alabiliriz.
Amaç hayatta kalmak olduğu zaman yollar acımasız olabilir. Keşke olmasa, keşke insan olmanın farkını hissedebilsek, besin zinciri ve av-avcı durumlarını ortadan kaldırabilsek. Keşke…