Kadıköy ve Babam
(Babamla Kadıköy ‘de Haziran ortalarında yaşanmış bir günden)
Bugün sabah altıda kendim uyandım. Yatakta bilincim kendine gelmeye başladığı anda pişmanlık hissi geri geldi. Umursamamak için kendi kendime konuştum. Sadece benim duyabildiğim fısıltılar düşüncelerimi engellemiyordu. Sanki giderek daha çok düşünmeme ve endişe etmeme neden oluyordu. Aklıma sürekli bir önceki gün yaptıklarım dahası eksik veya ters yaptığım neler var soruları geliyordu. Bu sorularla birlikte yıllar önce yaptığım hatalar yeniden gözümün önünde, bana yakında başın derde girecek gibi çağrılar yapıyorlardı. Dün babamla yaşadıklarım, ablam… Olacaklar. Her olayda kendimi yanlış hissetmeyi başarıyorum. Sürekli yaptığım bir hareket, seçtiğim bir yol bana gelecekte kötü bir olay olarak geri dönecek diye korkuyorum.
Dün hiç uyumadığım bir gecenin ardından babamla buluştum. İşten çıktığımdan beri zaten normal olmayan uyku düzenim seçimden sonra iyice geceleri otur gündüzleri uyu ritmine alışmıştı. Babamla sitemizde olacak olan bir toplantı için buluşacaktık. Çocukluğumdan beri, babam evden ayrıldığından beri site toplantılarına katılmamıştı. Her ne kadar ayrı olsalar da düşünme tarzları aynı olan iki ebeveynim de toplantıların gereksiz olduğu konusunda aynı fikirdeydi. Ama bu toplantının konusu ciddi ve belki de hayatımızı ödemelerden daha çok etkileyecek bir durumdaydı; Kentsel Dönüşüm.
Normalde planda babamın saat on birde toplantıya gitmesi ve öğlen bir civarında beni arayarak toplantının bittiğini haber vermesi vardı. Sonrasında birlikte zaman geçirecektik. Hava aydınlandığı toplantı sabahı daha saatin dokuz olduğunu bildiğim için babamın yanına gitmeden önce uyumak için vaktim olduğunu düşündüm. Bir yandan uykumu getirecek videolar izlemeye çalışıyordum ama bir yandan da heyecanlıydım. Küçüklüğümden beri babamla buluşurken bende oluşan endişeyi hissediyordum. Ve bu endişe uykumu aldığımda daha bilinçli yaşadığım anları bana daha çok sorgulatıyordu. Uykusuz ve kendimi kaybetmiş bir şekilde yaşadığım gergin, adını koyamadığım anlar beynimde sanki çok hasar bırakmıyordu. Sorun babam değil. Babama karşı olan kopuk duygularım; korku, kızgınlık ve özlem arasında bir duygu. Neden böyle olması gerek ve neden korkmam gerek bilmiyorum.
Lisenin ardından uzun zaman sonra, kavgalı günlerden sonra ilk kez buluştuğumuzda midem hastalanmıştı. Yolda heyecandan mı korkudan mı bilmiyorum, altıma yapacak gibi hissetmiştim. Bu genelde büyük olaylar yaşadığımda veya depresif hissettiğim zamanlarda olurdu. Kadıköy’e babamla buluşmak için otobüse bindiğimde başta her şey iyiyken birden midemde büyük bir acı hissettim. “Neden oldu ki bu? Üşüdüm mü? Çok bir şey de yemedim.” diye düşündüm. Ayakta durdukça bacaklarımı daha çok kapatma ihtiyacı hissediyordum. “Acaba hiç gitmesem mi? Eve geri mi dönsem? Babam bir şey der mi?” dedim. O sıra inen yolculardan birinin yerine oturdum. Otobüs bindiğim saatten dolayı çok trafiğe takılmadan Kadıköy sahile yaklaştı. “Tamam” dedim. “İneyim ilk tuvalete gidip hap içmem gerek.” Sürekli kullandığım bir bağırsak ilacı vardı. Anlık bir rahatsızlıksa geçireceğine inanıyordum.
Babamla bir araya geldiğimde yüzümdeki ifadeden, durduğum saçma şeklimden anlamıştı. “Keşke gelmeseydin.” dedi. “Böyle olduğu zaman ara rahatsızım de.” dedi. Yolda başladığını ve neden olduğunu bilmediğimi söyledim. Ama sanki neden olduğunu biliyordum. Çünkü daha durağa doğru yürürken bile içinde okulun ilk günü gibi bir heyecan vardı. Ve zaman geçtikçe bu heyecan endişeye dönüştü. Çünkü her zaman dışlanacak mıyım korkusuyla giderdim ben okulun ilk gününe. Bu “ilk gün heyecanı” benim için o kadarda gülümsetecek bir durum değildi asla.
Babamla her zaman gittiğimiz lokantaya gittik. Tuvalete gitmem ve hapı içmem beni bir parça iyi hissettirdi. Ama çorba yediğimde veya su içtiğimde hemen tuvaletim geliyordu. Bunun hemen geçmeyeceğini biliyordum. Daha önce çok yaşadım. Annem ve babamın boşanması, nafaka yokluğunda aç kaldığımda ve tüm heyecanlarımda. Ama bir şekilde uyum sağladım. Çok bir şey yemeden sadece yürüyerek ve sohbet ederek o gün bitti.
Babamla Kadıköy Öncesi
Toplantı sabahı yatakta uyumaya çalışırken de aynı olaylar olacak mı diye korkuyordum. Aslında hasta olmadan geçirdiğim günlerde var babamla ama hasta olma potansiyeli bile beni korkutuyor. Ben tüm bunları düşünürken saat ona yaklaştı ve babam aradı. Şaşırarak telefonu açtım. Babamla konuşurken bir yandan iyi ki uyumadım dedim. Hem telefonu sersem açabilirdim hem de babamın isteğini yerine getirmek benim için daha zor olabilirdi. Babam başı döndüğü için onu otobüs durağından almamı ve toplantıya birlikte gitmemizi istedi. On buçuğa doğru durağa gelebileceğini ve benimde ona göre çıkmamı söyledi. Kendimin ne kadar geç ve ağır hazırlandığını biliyorum. Durak eve yakın olsa da benim hareketlerim için bu sürenin az olmasından korktum. Telefonu kapatıp uyuyan anneme telefondan mesaj bırakarak evden sessizce çıktım.
Birlikte toplantı için sitenin hemen yanındaki okulun toplantı salonuna gittik. İçerde herkesin ağzından bir söz çıkmasıyla gürültü oluşuyordu. Bir iki defa gördüğüm adını bilmeden “günaydın” veya “teşekkürler” dediğim insanlar da vardı, daha önce hiç görmediğim insanlar da. Bazen göz teması kurduğum bazı insanlar benim içinde aynı düşünüyorlar gibi uzun süre bakmaya devam ediyorlardı. Bu benim katıldığım ilk site toplantısıydı. Ve insan kendini değer vermese de önemli bir işin parçası gibi hissediyordu. Tabi benim dışında bu duruma alışkın olanlar olabilir ama konunun öncekilere kıyasla önemli ve gerçekten gelecekle ilgili olması bacakları ağrıyan babam için bile bu kadar önemliyse işler gerçekten ciddi diye düşündüm.
Saygı duruşu, durumu açıklayan konuşmalar, itirazlar, çözüm için zaten seçilmiş kişilerin tekrar oylamayla duyurulması ve toplantı bitti. Toplantı çıkışında babamla okulun ayrılmadan zemin katındaki koltuktan oturduk. Karşımızdaki panoda Atatürk bize bakıyor, biz İstiklal Marşı’ndan bahsediyoruz. Sonra sessizlik oldu ve babam toplantıdakilere olan öfkesinden bahsediyor. Benim aklım arada büyümemiş Candan’a gidiyor. Bazı saniyeler kendimi savunmasız bazı anlar güçlü hissediyorum. Unutmaya çalışıyorum. Ama bu korku, olayı unutsam bile aldığım darbelerden dolayı güvenmeyi nasıl becerebilirim ki?
Babamla okulundan çıktıktan sonra Güneş’in altında geldiğimiz yönün tersinden caddeye doğru yürüdük. Doğaçlama başlayan gün doğaçlama devam ettim. Toplantı girişi beni durağa bırakırsın diyen babam ona göre uzun yürüdükten sonra onunla Kadıköy’e kadar gitmemi istedi. Tabi olur dedim. Korumasını hissettiğim sürece ona güvenmeye hazırdım. Belki bu uzun süre otobüse binmemiş, insan nedir unutmuş benim için de sosyalleşmek için bir fırsat olurdu, tabi ben ne kadar sosyalleşirsem. Durakta beklerken babamla sohbet etmeye başlayan bir adamın bizimle otobüse binmesi ve babama otobüsün koridoru boyunca yol açması ikimizi de şaşırttı. Bu iyi niyeti bir gösteriş mi bilinmez ama babama yaradı ve oturmasını sağladı. Sonrasında tek düşündüğüm bu oldu. Acaba başka zamanlarda babamın sürünen bacağını görüp yer veren insanlar var mıdır diye düşündüm. Yanındaki yabancı olmasaydı oturma şansı olur muydu?
Kadıköy, Çarşı durağına kadar yan yana oturan babam ve yabancı sohbet ettiler. Yabancıda olsa sohbet etmeyi seven babam için bu eğlenceli miydi yoksa bizimle binmesini beklemediğimiz adamı peşimize mi takmıştık? Adam babamın bacağındaki sorunla ilgili bir doktor tanıdığını söyledi ve telefon adres gibi bilgileri babamın toplantı için kullandığı kâğıda yazdı. Ben önlerindeki tekli koltuktaki yolcu indiği için oraya otururken, arkamdaki ikili koltukta nerelisin muhabbeti dizilere, yemeklere kadar gitti. Durağa geldiğimizde babamla birlikte ayaklanan adamın sadece ona yol verdiğini düşünürken bizimle birlikte inmesi içimden “hadi bakalım bugün üçlü geziyoruz galiba” dedirtti. Ama adam bizimle vedalaştı ve yanımızdan ayrıldı.
Yavaş yavaş kol kola giren babam ve ben adamla yaptığı sohbeti konuşarak her zaman gittiğimiz self servis ola lokantaya doğru yürüdük. Ben yine tuvaletim gelme korkusundan sadece bir çorba alarak babamda yemeklerini alarak masaya oturduk. Biraz garip hissettiğimi babamdan saklamaya çalışıyordum. Bu sırada sanki hapisten yeni çıkmışım gibi etraftaki her hareketi izliyordum. Giriş katta oturduğumuz için kapıdan giren çıkan herkese bakıyorduk. Babam yemeğini bitirmeye yakın oda bana daha çok katılmaya başladı. Çünkü ben erkenden bitirdiğim için çoktan insanların davranışlarını incelemeye başlamıştım.
İkimizde yemeklerimizi bitirip sadece konuşmaya başladığımız anda kapıdan birinin sırtında kılıfından dolayı saz olduğunu tahmin ettiğim benim yaşlarımda iki genç girdi. İkisi de aynı çorbadan birer tabak alarak tepsileriyle birlikte kasaya doğru gittiler. Kasada fiyatlarını öğrendikleri çorbalara karşı şaşkınlardı. Hemen solumuzda, bir iki adım mesafede olan kasiyer ve müşteri arasındaki konuşmayı babamla çok rahat duyabiliyorduk. Festival filmden bir sahne gibi sadece izlemeyi, kaydetmeyi seçmiş gibiydim.
-“Bu fiyat çok fazla, ben bir kâse çorbaya bu fiyatı vermem.” dedi sırtında kılıfı taşıyan adam. Çorbaları tepsilerinde bırakıp gittiler. Yalnız kalan çorbalar yeniden kazanın içine giderken “keşke önce fiyatlarını sorsalardı” dedim babama. “Madem fiyat konusunda rahat değilsin, fiyat yüksek değil demiyorum ama bu yaşanmazdı.”
Sonrasında Moda’ya yürüdük. Babam orada yürümeyi severdim. Kadıköy onun için Moda demek olabilir. İnsan çeşitliliği fazla, özgür hissederdin orda. Yeşillik ve güzel manzaralar artıyordu adımlarla. Bacaklarının ona izin verdiği sürece ara vererek, bazen banklara oturarak bazen duraksayarak sahile kadar yürüdük. Eskisi gibi olmadığını babam kendisi de hissediyordu. Daha çabuk yoruluyor ve hemen oturacak yer aramaya başlıyordu. Yürümeyi seven bir beden için ne kadar daraltıcı bir durum. Bizde bank buldukça çok uzaklaşmadan uzun süre oturuyorduk.
Sahilde bir saatten uzun süre oturduğumuz bir bankta bir anda sessizleşmeye başladık. Bunu ikimizde istiyor muyduk yoksa babam konuşmadığım için rahatsız mıydı bilmiyorum. Ama yüzüme tokat gibi çarpan rüzgâr ve denizden kenarında olduğumuzdan dolayı üşümeye başlayan vücudum konuşmalarımı kesiyordu. Bir yandan aynı yerlere çıkan konuşmaları yapmak canımı sıkmaya başlamıştı bu gerçek ama bir yandan da uykusuzlukla birlikte hissettiğim hoş bir hafiflikle hiçbir şey yapmama hakkımı kullanmak istiyordum. Kararımın babama beni yanlış anlamasına neden olacağından tedirgindim. Ama sabah telefon konuşmasında aklımdan geçen “iyi ki uyumamışım” sözü aklıma tekrar geldi. Uyusaydım belki böyle donuk olmazdım. O zaman bunun ezikliğini en derinlerde hissederdim. Neden bu kadar çok hissediyorum?
Gözlerim tamamen denizdeki dalgalardaydı. Arada oturduğumuz bankın önüne gelerek deniz manzarasında resim çektirmeye çalışan insanlar dışında denizin ayrıntılarına odaklanmıştım. Sanki İstanbul’da yaşamıyor gibi, sanki bu denizi bir daha göremeyecek gibi iyice hafızama kaydetmeye çalışır gibiydim. O an en güzel şey oydu; deniz bana bakıyor, bana sesleniyor ve belki çağırıyordu. Kadıköy de bazen sırf bu deniz için beni çağırıyor.
Yakın zamanda bitirdiğim İskandinav mitolojisiyle ilgili olan Cadının Yüreği kitabındaki kendi kuyruğunu yutacak kadar devasa yılanı düşündüm. “Biranda çıksa ve başı gökyüzüne kadar uzayarak denizin dalgalarını üzerimize kadar yükseltse” dedim içinden. Nasıl heyecanlandım. İyi bir heyecan ama bu seferki. Tabi bu hikâye gerçek olursa bizim içi iyi olmaz ama sanki gerçekleşmeyeceğini bilerek rahatça hayal kuruyordum. Sıvı olan suyun sanki bütün bir maddeymiş gibi karşımda bana bu kadar yakın durması aklıma alakasız birçok hayali getirdi. Hasta olmayı göze alarak üşüyerek oturduğum bu bank başta kötü hissettirse de bağlantısız hayallerimde akşama kadar oturabileceğim bir yer olmuştu. Rüzgarın arasında sıkışmış başım iyice üşümüştü. Artık başım ağrıyordu, uğulduyor ama biryandan da savruluyor gibi hareketliydi. Benden bağımsızdı ve uyuşturulmuş gibiydim.
Belki babamda yanımda otururken benim gibi hayal kurmuştu. Öfkeli veya pişman da olabilir. Ama bunlara gerek yok. Önemli olan yanımda olmasıydı. Sessizlik için anlam aramaya gerek yok. Bu ender sessiz anlar eskiden bana hep “eyvah konuşmuyoruz” dedirtse de babamla sohbetler çoğu zaman bitmezdi. Asla konu boşluğu yaşamazdık. Birbirimizi tanımak için, sohbet etmek için çok vakit bulamadık. Bu sadece bir zaman sorunu değil, anlayış olarak birbirimize yaklaşamadık. Ama bu konuşamadığımız anlamına gelmiyor. Hele ki sokaklarda yürürken her zaman yanımızdan deli gibi gülerek geçen bir kadın, balkondaki bir adam veya sokak müzisyenleri olurdu. Ve bizim her zaman birbirimize bakıp aynı şeyi düşündüğümüz, aynı frekansı yakaladığımıza sevindiğimiz anlar olurdu. Bu bana konuşmak istesek konuşabilirdik de dedirtiyor. Sadece mesafemizi daraltmamız için zaman gerekiyor. O anlayışı sağlamak için.
Kadıköy, Moda, babam, sohbet; güvende ve yanlış hissetmediğim zamanlardan. Tabi ertesi günkü “ben yanlış bir şey yaptım mı?” sorusu birden aklıma gelince paranoyalar başlıyor.