Karıncalar Görünür Oldu
Karıncalar yazın gelişiyle tekrar görünür oldular. Onlara karşı küçüklükten kalan korkum olsa da gözüme artık yük taşıyan işçiler gibi geliyorlar. Karıncalar yürürken bende sorular sordum kendime ve onları izliyorum.
Yazamamaktan korkuyorum. Tükenmekten. Aklıma yazacak fikir, cümle gelmediği zamanlar sesim kısılmış kadar kötü hissediyorum. Elimde kâğıt, kalem veya bilgisayarda otururken hiçbir cümlemden memnun olmamak bana başarısız hissettiriyor. Akıcı bir şekilde yazamamak, donup kalmak çok rahatsız edici oluyor. Önemli konular hakkında veya muhteşem ifadelerle yazmadığımı biliyorum. Ama cümlelerimle akıcı bir şekilde yazılmış bir yazı kadar içimi dökmemi sağlayacak, kendimi değerli hissettirecek az an var. Düşünmekten, konuşmaktan daha rahatlatıcı oluyor yazı yazmak. Sanki hayallerini gerçekleştirmişsin veya anlamayanlara anlatabilmişsin kadar iyi hissettiriyor. Sanki konuşmak, düşünmek kayboluyor ama yazı bütün bu fikirleri var ediyor gibi. Her şey o an seninmiş, yargılama yokmuş gibi. Yolda giderken bakışlar yok, para derdi yok, bir diğer insan yok. Yazdıkların dışında, sen dışındaki herkesle her konuyla mesafeni korumuşsun gibi. Ama kalabalık gibi etrafım yine de. Yazdığım zamanlar daha rahat uyuyorum.
İnsanın kendisinden memnun olması gerek. Kendinin farkında olması gerek. Vücudunu tanıması ve “onun” nelerden hoşlandığını, başkasına iyi gelen yemeklerin, yaşam tarzının veya hobilerin ona iyi gelmediğini bilmesi gerek. Kendini tanıma süreci uzun bir süreç. Çünkü buna engel olanlar var. Çünkü çok seçenek var ve zaman az. Yapılan hareketlerin yanlış olduğunu söyleyen, hayatta kalmak için uyum sağlamanız gereken düzenler var. Bu düzen bizi oluşturuyor. Sizde düzeni oluşturuyorsunuz. Sizin düzenin bir parçası olduğunuzu anlayıp “ben bundan hoşlanmıyorum” demenize gelene kadar çok zaman geçiyor. Ve belki kendinizi fark ettiğiniz an yaşlanmış, hastalanmış, ölmeye yakın bir beden oluyorsunuz.
Yaşlılar çoğu zaman pişmanlık yaşar. Bu yanlışlar yapmanın pişmanlığı da olabilir, istediği hayatı yaşamadığı için de olabilir. Ben mutsuz bir yaşlı olmak istemiyorum. Ben yaşamadım diye gençlere saldırmak istemiyorum. Hep bundan korkuyorum. Çünkü yaşamaya çekiniyorum. Hayattan bir beklentim yok. Hayallerim, hedeflerim yok. Anlık “olsaydı” dediklerim var. Ama gerçekten istemiyorum sanırım. Kıskanmıyorum. Çabalamıyorum. Belki de budur beni boşluğa düşüren. Sorgusuz yaşasam belki bu kadar donuk hissetmem.
Kimseyi önemsemeden, hesap vermeden hareket et
Asla yetmeyecek, her zaman bir diğerini yapmadım, bir diğerine sahip olamadım düşüncesi olacak. Bize verilen ömür fazla mı? Boş kalan vakitler bizi zararlı düşüncelere mi itiyor? Neden hayvanlar gibi sadece anı dolduracak, hayatta kalacak şekilde yaşamıyoruz. Asla bir başkasını da doyuramazsınız. Asla yetmez. Zengin olmak, tok ayrılmak gibi bir talebimiz var. Soyut bir kavram olan hayatın kendisine kızamıyoruz da. Ona asla tokat atamıyoruz, karşımıza alıp konuşamıyoruz. Son zamanlarda çok fazla rüya görüyorum. Belki de bu rüyalar içimizde kalan nefeslerden kaynaklanıyor. Sürekli hareket ettiğim rüyalar bunlar. Beynim dinlenemiyor. Bu durumun eskisi kadar dışarı çıkmamamla, sosyal olmamamla bir ilgisi var mı bilmiyorum. Dolu bir gün geçirmeyince, televizyon izlemek veya kitap okumak sizi yine içinizde tutmuş oluyor. Acaba kabullenemediğim bir insan açlığım mı var? Sosyal bir açlık, bir yandan da yaşamaya korktuğum bir açlık.
Karıncalar dolaşırken sordum kendime
Bu işsizlik günleri benim boşluğumu fark etmemi sağladı. Ne kadar boş biri olduğumu, “zamanım olsa” dediğim sözlerin ne kadar yalan olduğunu fark etmemi sağladı. Kayadan, havadaki tozdan farkım yok. Yaşlanmayı bekleyen ve zamanı geldiğinde ağlayacak bir kaya, bir toz. Düşünmek sadece daha fazla düşünmeme neden oluyor. Herhangi bir hareketi, olayı içime sinerek yapmadığımda bu bende donuk anlara neden oluyor. Bende o dışarıdaki insanlardan daha kötü değilim neden daha fazla hesap vermek için kendimi kaybediyorum, bütün bunları kendime yaşatıyorum. Her şeyi en iyi şekliyle yapmak zorundaymışım gibi. Bir sürü insan yanlışlar yaparak hayatlarına devam ediyor. Kaçı geri adım atıyor? Kaçı yaptıklarından pişman? Pişman olmak yetmez, kimi düzeltmeye çalışıyor?
Ne yapmak istiyorum? Ne yapabilirim? Ne yapmaktan mutlu olurum?
Zaman zaman bu soruları kendime sordum. Okulda, işte, yolda, yemekte ve yatakta düşündüm hep. Hâlâ bir cevap verebilmiş değilim. Uyanır uyanmaz düşünmekten kaçamayan beynim nasıl da hemen karamsar oluyor ve kendini boğmaya başlıyor. Mutlu olduğum, pürüzlere takılmadığım bir an bile aklıma gelmiyor. Bu düşünme illeti, konuşmalar, göz kırpışları kimi zaman günümü kötüleştiriyor. Ama her zaman yeni bir gün vardır denir. Hayatında büyük hatalar yapmış olan insanlar için bu söylenebilirse benim çok daha rahat söylenebilmeli.
Umut hakkında yazmak istiyorum. Umutlanmak, “Güneş elbet doğacak” laflarını etmek ve gülümsemek istiyorum. “İyiyim ya ben” demek güzel oluyor. Ne kadar şanslı olduğumu düşünerek keyifle dolaşmayı düşlerdim. Ama bu “mutluluk oyunu” bende kısa sürüyor. Aslında gerçekten kimseyi veya hiçbir şeyi sevdiğimi düşünmüyorum. Aslında hiçbir şeyi sevmeye hakkım olduğunu da düşünmüyorum. Bu hiçbir yere dâhil olamama beni yalnızlaştırıyor. İnsanlar nasıl anneleriyle, babalarıyla, akrabaları veya arkadaşlarıyla vakit geçiriyorlar. Günleri nasıl oluyor da dolu ve birlikte geçebiliyor. Bir sokak lambası veya kapıdan farksız onları seyrediyorum. Bazen insanların hayatlarına bakıp nasıl da geçmişten konuşuyorlar, geleceği bekliyorlar diye düşünüyorum.
Her tür canlıda içinde bulunduğu topluma uymayan bir kişilik vardır. Bu karıncalar arasında da olabilir, kurtlar arasında da veya mirketler arasında da. Yaşantını sorgulamak suç mu? Toplumdan atılırsın. Ya uyum sağlarsın işe yararsın ya da dışlanırsın. Kimse işe yaramaz birini istemez. Kendisi için hazırlanmış olan görevi yapmak istemeyen çok hayvan vardır. Yapamadığından çok farklı düşünenlerden bahsediyorum. Biliyorum bu çalışmanın karşılığını alıyorlar ailede, sürüde ama durup düşünmek bizi neden hayattan koparıyor? Sorgulamak yaşamayı engeller. Tek başınıza hayatta kalmak zordur hele ki birlikte kalması gereken bir türseniz.
Yuvası için yemek toplayan araştırmacı karıncaları odamda görüyorum. Odamda yemek olsun olmasın yazın habercisi çiçeklerle ve Güneş’le birlikte görünüyorlar. Yerde bir karınca görünce merak edip sordum kendime ve araştırdım. Karıncalar uyuyor mu? Yuvalarına geri gidiyorlar mı? Yoksa odamın bir köşesinde uyuyup tekrar mı işlerine dönüyorlar? En az üç dört tanesini kenardan kenardan yürürken görüyorum. Eskiden çok korktuğumu hatırlıyorum. Yine masamda görmek beni ürkütüyor ama gözümde artık bir işçi olarak gördüğüm için onları öldürmek istemiyorum. Bana zarar vermeden gelip gitmeleri sorun değil.
Onları yatağımdan uyandığım zamanlar gözlerimle takip edip sesli sorular soruyorum. Sanki duyup cevaplayacaklarmış gibi. İçlerinde benim gibi olan var mıdır diye sordum kendime. Tek başına yaşamak isteyen karıncalar var mı? Neden kraliçeyi doyurmak zorunda olduğunu soran bir karınca. Yemek aramak için yuvadan çıktıktan sonra bir daha dönmeyen ve kendi başına yaşamaya devam eden bir karınca var mıdır? Araştıran karıncalar ne zaman yemek yiyor? Topladıkları kırıntıdan mı yoksa onlar için yuvada bekletilen bir yemekten mi? İçlerinde aramaya çıkıyorum diyip tüm gün oyalanıp “bir şey bulamadım” diyerek dönen bir karınca var mıdır? Gördüğümüz tüm karıncalar aynı koloniye ait olamaz. Bir eve birden fazla koloniden karınca girince birbirlerini tanıyorlar mı?
En son olarak; bu soruların cevaplarını bir insan bilebilir mi?
Kalan hayatıma başlarken yanlışlarımla doğrularım başlamak istiyorum. Asla bir sil baştan yapamam. Bir şekilde yaşandı ve inkâr edemem. Hatalarım için onları ben yapmadım da diyemem. Ama pişmanım veya keşke de demek istemiyorum. Sanki son yıllarım gibi yaşamaya başlarken endişeden uzak olmak istiyorum. Biliyorum bu endişeleri tekrarlamamak benim için zor. Ama kendimi iyileştirmeye çalışıyorum.