Korona ve Zaman Yaratmak
Korona başta basit gördüğümüz ama bizi çok etkileyen bir hastalık oldu. Son çalıştığım yerde… Aslında oraya gelmeden daha eskilere gitmek istiyorum. Evde kaldığım zamanlarda bilgisayarımdaki, defterlerimdeki notları buldukça eskiden ne kadar takıntılı ve saçma düşüncelerim olduğumu fark ettim. Çocuk Candan’a bakıp “sersem” demek kolay, çünkü o ben olamayacak kadar benden uzakta duruyor. Tabi yine de düşünürken yüzümü kapatmak istiyorum. Ama bu yakın zamanlar insana kabuk tutmuş bir yara kadar belirgin geliyor. Hatırladıkça kabuğunu deşiyormuşum gibi hissediyorum. İyileşmesi giderek zorlaşıyor.
Doktorum günlük tutmam gerektiğini söyledi. Böylece sorunun nerde olduğunu görebilirmişim. Ona kalbimin ağrıdığını söyledim, çoğu zaman başımın ve gözlerimin zonklayarak ağrıdığını da. Tavsiyesinin ardından tekrarladım:
-“Benim kalbim ağrıyor.”
İşe başlamadan önce zamanım çoktu ama hayat neşem yoktu. Ama okul bittikten sonra işe başlamamla her dakikayı, her olayı önemseyerek, yaşadıklarım hayatımda bana zarar olarak döner mi diye korkmaya başladım. Durumumu fark etmemle bitirmek istemem bir oldu. Göğsümdeki ağrıyı bitirmek için kendi kendime yarattığım bu ağırlığı üzerimden atmam gerekiyordu. Benim hislerim normal bir insanın hislerimden daha fazla sarsıyor beni. Kolayca gülümseyebiliyorum çünkü çok kolay ağlıyorum. Eskiden sadece kızgındım oysaki. Eski ben sadece öfkeliydi. İnsan sevgiyi hissedince nefreti daha çok anlıyor. Birini çok sevince, biri için sevinince, gerçekten mutluluğu hissedince gerçekten üzülüyorsun. Eskiden hiç gülmediğim kadar çok gülüyorum şimdi ve eskiden sadece kızgınlıktan, hırstan ağlarken şimdi üzüldüğüm, içim acıdığı için ağlayabiliyorum. Tabi bunu kesmem lazım. Bu kadar üzülmemem her boşlukta ağlamam lazım. Beni yıpratıyor. Ama duygularımı açtım bir kez kendime. Bir ara kusacak kadar kızgınlık ve ardından depresyon hissettim ama şimdi hayal kurmak ve sağlıklı bir hayat istiyorum.
İşe başladıktan sonra bilincim yerine gelse de zamanım kayboldu. Doktorum bana zaman yarat dedi. Zaman yaratmak. Bunu nasıl yapabilirsin ki? Sabah kalktıktan sonra akşam eve gidene kadar yapacaklarım patronumun kontrolünde. Bana düşen akşam dinlenmem için zaman ve hal bulmaya çalışmak. Kafamın içi bazı günler daha fazla kirleniyor gibi hissediyordum. Gözlerim sanki uzun süre kapanmamış gibi, uyumak istediğimde de ağrıyor. O günleri çoğu zaman eskide bırakıp gitmem gerekiyor.
İnsanlar kasılmanızı bekliyorlar. Yorulmadığınız, telaş yapmadığınız “özgür” anlarınızda hep rahatsızlar. Küçük düşmenizi, yalvarmanızı, surat asmanızı ve çaresiz hissetmenizi istiyorlar. Ezberciler, kolaycılar, sabırsız ve benciller. Her şeyin kendileriyle ilgili olduğunu sanıyorlar. Neden böyleler? Size suç atmayı da seviyorlar.
Kısa bir iş deneyimimden bahsetmiştim. Ama iş arayışına girmeden önce bir kırtasiyede çalışıyordum. Tüylü kalemler, günlükler, ajandalar, dolma kalemler, dosyalar ve dahası. Her bir ürünün yüzeyine dokunup, onu incelemeyi seviyorum. Ve işimi de seviyorum. Evet, uzun çalışma saatleri ve her dakikanın dolu olması; bir iki saniye gözlerini kapatıp dinlendirmek istediğimde etrafındakilerin “kaytarıyor” bakışı kötü. Ama işimi seviyorum. Özellik sırtında tik işareti olan daimi kedisini görmek beni mutlu ediyor. İnsanların arasında zarar vermeyecek bir sosyallikte bulunmayı, radyocu gibi insanları hayatıma sokmadan sohbet etmek sadece “siyah beyaz mı?” diye sormak bile hoşuma. Çok mu büyütüyorum yaşadıklarımı?
Çok düşünüyorsun Candan.
Kırtasiye üç katlı; alt kat kitap ve bunu yanında süsleme, resim malzemeleri için, giriş kat kırtasiye ve üst katsa baskı merkezi. Ben her ne kadar ilk geldiğimde iki gün giriş katta çalışmış olsam da patronlardan biri fark etti ki insanlarla iletişimim iyi değil beni üst kata gönderdi. Bunu ilk tecrübesi olan herkes yaşamış olabilir. Yaklaşık bir ay ağlamaklıydım. Hiçbir şeyi beceremediğimi ve herhalde kovulurum diye düşünerek çalıştım. Her sabah diyordum ki bugün tamam olacak, hatasız bir şekilde günü bitirebilirim. Ama akşama o kadar başarısız ayrılıyorum ki işyerinden eve dönüş yolunda metroda herkes hatalarımı biliyor gibi utanıyorum. Müşteriler ne sorsa resmen bön bön bakıyorum. Kırılgan olmak, beceriksiz olmak, bu hayatta asla terk edemediğim özelliklerimden.
Geldiğim haftanın çarşambası kırtasiye bölümünde olan ben, cuması baskı merkezine geçtim. Yine hiçbir şey bilmiyordum. Makinelerin kafa yapısını anlamak önemliydi. Çalışmadığında, ısınmaya geçtiğinde naz yapıp yapmadığını anlamanızı sağlıyor. Müşterinin kafa yapısını anlamak en zoruydu. Çoğu zaman o yorabiliyor. Ne istediğini bilmeyen, onun düşündüğünü biliyorum sanan veya kendini anlattığını sanan birçok müşteri var.
Ben teker teker yanlışlık yaparken matbaaya gönderdiğimiz toplu işler dışında baskı merkezinde işe yarar hale geldim. Ve bu işimden zevk almamı sağladı. Başta patronlarımın (bir aile işi burası, tüm aileyi bize patron olarak tanıttılar) tatmin olmaması beni üzüyordu. Ama zaman geçtikçe her ne kadar yaptıklarım değer görmese de kendim için çalıştığımın ve takdir görmeme gerek olmadığını fark ettim. İnsan ergen ve gençlik dönemlerinden umursamadığını söylese de karşısından tebessüm bekliyor. Tüm insanların doymaz olduklarını sesli bir şekilde söylemek artık bu işi mutlu olduğum için yapmamı sağladı.
Korona ile hayatımız değişti
Bir yılımı tamamladıktan sonra macera yaşama hayallerim vardı. Bir araba kiralayıp o filmlerde başlarını belaya sokan gençlerden olabilirdim. Doğa yürüyüşü hayallerimde vardı, otelde macera dolu anlarda, deniz kenarında sohbetler. İsterken olanlar oldu. Son yıllarda üstümüzde bir bulut var tüm dünya olarak: Korona.
Korona bulaşmasın diye yüzümüzden düşmeyen maskeler, “acaba bana Korona bulaştı mı?” düşüncesiyle her yerde dolanıyorduk. Hafta sonları tüm gün, hafta içleri sadece akşamları olarak sokağa çıkma yasağı yapılıyor. Asgari yaşamımızdan dolayı hayatımız gerçekten sadece çalışarak geçiyordu. İzin günlerinde kazandığı paranın bir bölümünü en azından istediği gibi kullanan insanlar evde kalmanın sıkışıklığının yanında ölüm korkusu da yaşıyordu. Dışarı çıktığımız saat aralığında zaten işe gidiyorduk. Korona virüs yarattığı bu durumla dışarıdan keyif almayı da engelliyordu.
İlk korona virüs yayıldığında genç, korkak kalbim korktu. Annemin karşısında ağladığımı hatırlıyorum. Annem “şimdiden böyle olursan sonra ne olur?” demişti. İspanyol gribi ve verem zamanıyla karşılaştırarak tahmini olarak ne kadar ölüm yaratır, ne zaman biter diye düşünüyorduk. Her şey altüst oldu. Korona virüs ekonomik olarak da etkiledi. Günlük yaşamaya başladık. İşimde kalıp para alabilecek miyim diye korkmaya başladı insanlar. Maskeleri normal bir kıyafetmiş gibi modaya uydurmaya başladılar. Durumu normalleştirmek istediler. Yeni normaller yarattılar. Böyle bir durumun alışkanlık haline gelecek kadar sabit olması nefesimi daraltıyordu.
Şimdi yaşam ve ölüm fikri arasında gidip geliyorum. Acı çekerek nefes vermekten korkuyorum daha çok. Bunun nedeni sadece Korona değil. Ölümden bahseden insanların aslında hayatı ne kadar sevdiklerini fark ediyorum. Onlara katılıyorum. Onları anlıyorum. Başta iş yerinde saatlerimiz düzensizdi. Sokağa çıkma yasakları başladıktan sonra saatler sabit oldu.
Sabah 8.30’da geliyordum akşam 20’de çıkıyordum. Yemeğimi saat 18.00’den sonra boşluk bulduğumda yiyordum. Ama iş yerinde dinlenme odası diye bir yer olmadığından ve bize önceden tavsiye edilen alt kattaki tuvaletin önünde yemek istemediğimden (ki orda çok fazla adını bile yazmak istemediğim büyük, siyah, onlar böcekse diğerleri neydi dedirten daha çok başka bir organizmaya benzettiğim böcekler var. Bir defa fare gördüğüm bile olmuştu. Kedi sanırım onlardan rahatsız olmuyor. Çünkü yüzünü duvara dönüp tuvalette oturduğunu çok gördüm. Yalnız kalmaya çalışıyor sanki.) bende baskı merkezinin müşterilerden en uzak duvar arkasında kalan küçük bir masada yemek yiyorum. Tabi oraya gelip giden diğer çalışanlar ve müşteriler arada oluyor. Ara veriyor gibi rahatça gerilip oturamıyorum. Ve siz hala binanın içinde olduğunuz için sizden iş yapmanızı istiyorlar. Kalk yardım, şu işi yap, kart bas Candan, bekleyemeyiz Candan, Aman Candan!
O dönemlerde de uyku sorunum vardı. Uykuya öyle zor dalıyorum ki işe bir iki saatlik uykuyla yaklaşık yarım saat geç kalarak gidiyorum. Ve ben yolda koşmadan, yetişecek miyim, yine patrondan azar gelecek diye düşünmeden sakince gitmek istiyorum. Yanlış bir şey yaptığımı düşünmeden güne başlamak istiyorum. Asgari ücret için yemeği sıkıştırarak yaşarken zaman yaratmak imkânsız. Zaman yaratmak bu mu? İşleri araya sıkıştırmak mı? Senin elinde olmaya dış etkenlerle zamanı nasıl iyi kullanabilirsin? Fedakârlık mı etmek lazım? Gün herkes için aynı zaman dilimine sahip değil. Eşit şartlarımız yok.