mavi ortanca düşlenen yaz
Günlük

Mavi Ortanca Düşlenen Yaz

Yaz geldi değil mi? dedim. Bir şeyler değişmeli. Bende mi bir şeyleri değiştirsem? Günlük olaylar veya kişiliğim zaten düzenimi bozuyor. Ben değişirsem belki daha iyi olurum. Kalan günlerim güzel geçer. Her niyetlenmem de diyete pazartesi başlayacak insanlar gibi oluyorum. Düşünüyorum, inanıyorum ve planlıyorum ama ertesi gün pişmanlıkla geç kalkıyorum. Kahvaltı yapıp kendime gelmemle karanlık oluyor, ışıklarımı açıyorum. Telefona ve televizyona gömülüyorum. İzlediklerimi beğendiğimden değil hiçbir şey yapmadan durmak istemediğimden. Zaten dinlenmemiş beynimi daha çok yoruyorum.

Pişmanlık. En çok bu duyguyu hissediyorum. Keşkelerden nefret ediyorum. Geçmişte yaptıklarımdan pişmanım, gelecekte yapabilme şansım olan ama beceriksizliğim dolayı yapamadıklarımdan pişmanım. Aynada gördüğüme gururla bakamıyorum. Ne kadar şanslı olduğumu hatırlatıyorum kendime ama adım atamıyorum. Bu hayata girmeye çalışan ama hep dışında kalan biriyim. Bunu diğer insanlara bakınca çok net görebiliyorum. İşin tuhafı hep “mış” gibi yapanlardan nefret etmişimdir. Ama bende zevk alamıyorum. Mutlu olanlardan olmak istiyorum. Sorun bende biliyorum. Bunu çözmenin tek yolu yok olmak onu da biliyorum.

mavi ortanca düşlenen yaz

Ne yapmak istiyorum? Fark ettim ki yapmak istediğim belli bir şey yok. Acıların amacı, kaygıların bir sonucu yok. Sadece yoruluyorum. Başım ağrıyor. Her gün daha fazla kaybediyorum. Ölüyorum. Mutsuz yaşlanmaktan korkuyorum. İnsanların motivasyonu, kendilerine ödülleri var. Arkadaşları, işleri ve uğraşları var. Üretkenlikleri, hedefleri, başarıları, güzellikleri var. Bende yok. Sorunsuz bir günle yetiniyorum. Elimde sadece sağlığım kaldı gibi hissediyorum. Tabi illa mükemmel olmalı demiyorum. Fazlasını istemek şımarıklık mı?

Kendime diyorum ki bir kitap oku, İngilizceni geliştir, gez, hiç değilse yürü sadece. Bir şeyler yaz artık. Hafta sonu için planın olsun. Bir şey yap!

Eskiden bir şey bulamasam bile hafta sonu Kadıköy’e giderdim. Bende ferah günleri var. Bunu genelde yaz tatilinde yapardım. Belki havanın sıcaklığın belki tek tatilim o olduğundan. Bir dükkana, kitapçıya veya lokantaya girmeden bile sadece kayaların denizin yanında olmak yeterli. Gerçekten yeterli; ne eksik ne de fazla. Otobüse biner son durağa kadar düğmeye basma derdi olmadan yolun keyfini çıkarırdım. Yolda yürüyen insanlara, duraklardaki insanlara, yanımızdan geçen arabalardaki ifadelere bakardım. Kadıköy belediyesinin logoları görünmeye başladıkça kedi ve köpeklerle çoğalırdı manzaramda. Küçükken keşke burada evimiz olsa evden adımımı attığımda Kadıköy kaldırımlarında olsam diyordum. Ama artık özel yaşamını bilmediğim bir insan, yazar gibi gözümde sadece estetiği kalsın istiyorum.

Ayrıca fark ettim ki ben bu yolu da seviyorum. Olay sadece Kadıköy’e gitmek değil, otobüsün keyfini çıkarmak. Genelde sabah ve öğlen arası az insan olurdu benim bindiğim yönde. Otobüs rahatsız edici bir dolulukta olmazdı. Tabi özel araç gibi boş da olmazdı. Benim sosyalliğim bu kadar. Telefonda radyo dinler ve şanslıysam güzel programlara şarkılara rastlardım. Bu yol bitmesin, Kadıköy’e hemen ulaşmayalım isterdim. Otobüse ilk bindiğimden uzun sürecek dediğim yol keyif almaya başladıkça yetmez oluyordu. Covid’den dolayı bunu da kestim. Uzun bir süredir Kadıköy’e gitmiyorum. Rahat dolaşamaz, yemek yerken çekinir oldum. Elimi kendimden sakınır oldum.

Gazete almak, dergi almak, yolda yürümek. Eskiden bunlar ne kadar huzurluydu. Ben mi büyüdüm? Yoksa hayat, insanlar giderek boğucu mu olmaya başlıyor. Artık yaz eskisi gibi değil. Bir sabah radyo dinlerken radyocu “özgürlük istediklerini yapmaktan çok, istemediklerini yapmamaktır” demişti. Sonradan öğrendiğime göre bu sözün sahibi Jean Jacques Rousseau; ” İnsanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır. ” Tabi bu tartışılır. Ama mantıklı gelmedi değil. Bu kulağa azla yetinmek gibi, idare eder yaşamak gibi geliyor. Ama şöyle bir durumda var, hayatta çoğu insan kendini yaptığı iş sonunda ödüllendirerek motive ediyor. Sevdiği yemeği yemek, istediği kıyafeti giymek, bilgisayarda oyun oynamak, dizi veya film izlemek. Aslında mutlu olmak için çalışıyoruz ama bunun sonunda hep bir beklenti var. Bir şekilde bu beklentiyi, çabalamayı seviyoruz.

Umut olmadan hayat olmuyor. Bu o zaman benim gibi “neden yaşıyorum?” sorusuna getiriyor sizi. Kurallar, düzen, irade bunlar bana uzak sanırım. Bunları şu yüzden söylemek istedim, insan kendini ödüllendirmek istiyor çünkü aslında yaptığı işi yapmak istemiyor. Bu para kazanmak için çalıştığı iş olabilir, yapmaktan yorulduğu spor olabilir veya sosyal olarak katlandığı bir insan olabilir. İnsanlar bir şekilde hayata katlanıyor ve yaşarken bunu “katlanılır” hale getirmeye çalışıyor. Bu kiminin yokluğundan başaramadığı sadece ölmemeye çalıştığı bir hayat olurken, kiminin imkânlarından dolayı süsleyebildiği bir çerçeve oluyor. İstemediklerini yapmamak bazen istediklerini yapmaktan veya olağanüstü gösterişli yaşamaktan daha özgür oluyor. Çünkü istemediklerini yapmayan insanlar istediğini yiyor, istediği saatte kalkıyor, sosyal olarak diğer sevmediği insanlara gülümsemek zorunda değil. İşe gitmesi patronunun veya işteki diğer elemanların, müşterilerin gereksiz nefeslerini çekmek zorunda değil. “Benim bir ünüm var onu korumam lazım” durumları yok. “Sevmezsen sevme, benim başkasını mutlu etmeye ihtiyacım yok” durumları var.

Her gün yürü diyorum kendime. Yürüyemeyen insanlar var, işinden dolayı zaman bulamayan insanlar var. Senin şansın var, zamanın ve enerjin var. Kalk hareket et .Anne ve babası açısından benim kadar şanslı olan var mıdır bilmiyorum. Ne fazladan para istiyorum ne de gereksiz özgüven. Beni zorlamayan “istediğini yap, çalışmak zorunda değilsin” diyen ve önce sağlığımı düşünen annem ve babam var. Bu yüzden her ne kadar arada beni sevmedikleri, benden bıktıkları düşüncesine girsem de beni büyütme tarzlarından memnunum. Üstelik bu durumla kendimi aşırı bireysellik düşüncesine kaptırmış olabilirim. Bende iyi bir evlat sayılmam. İyi bir kardeş, iyi bir baldız, hatta iyi bir insan olamadım. Tabi gönül isterdi, vücudum daha dayanıklı olsun, beynim bu kadar sorgulamasın, daha güzel olayım ama bu isteklerin sonu bitmez biliyorsunuz.

Olumsuz olaylar değişmiyor. İşte fazla mı yoruluyorum diyordum eskide, şimdi evde neden yorgun oluyorum diyorum. O kadar çabuk yaşlanmış olamam. Artık daha fazla dinlenmem gerekiyor. Stres benim gibi insanlarda fazla yaraya neden oluyor. Sonra bu yaralar izleriyle kalıyor. Sinir bozucu. Annem “boşluktan kaçmak için insanlar hobi edinir” dedi. Günün karlı olması için. Geri dönüşü olan hem faydalı hem de yorucu hobiler; spor, kitap… Bilmem başka aklıma gelmedi.

İşte benim mavi ortanca isteğimde benzer hislerden yeniden belirdi. Bir yaz bir şeyler değişmeli, bir şeyler yapmalıyım diye fidanlıktan gidip çiçek almayı düşündüm. Ama son aldığımız çiçek sineklendiği ve öldüğü için almak istemedim. Çamlıca fidanlığından ortanca almıştık. İlk aldığımızda sadece yeşil yaprakları olan mavi olmasını umduğum bir ortanca. Tabi tek boynuzlu atlara inanmak gibiydi. Onunla ilgilenmek güzeldi. Saksını değiştirmek, sulamak, yanında oturmak, konuşmak, yapraklarına dokunmak rahatlatıcıydı. Çiçek açmasını beklemek beni çocuk bekliyor gibi heyecanlandırmıştı. Filizlendiğini annemle fark ettiğimizde mutlu olmuştuk. Ama çiçeğinin rengini öğrenemeden yeşil yapraklarıyla solarak gitti. Hangi renk olduğunu bilmem sanki bu üzüntüme engel olacakmış gibi.

Bazen saatteki akrep kadar var ama yok oluyorum. Bazen saat seslerine karışıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!