Ölü Taklidi Yapmak
Ölü taklidi yapmak insanı yaşamdan korur mu? Ölü taklidi yapmak acılardan korur mu? Ben yaşamayı yıllar önce bıraktım. Peki, neden canım acıyor hala?
Sabahların özel olduğunu herkes bilir. Erken kalkmaktan bahsetmiyorum. Bahsettiğim sizin uyanık olduğunuz o sessiz anda kimsenin hayallerinize dokunmayacağını düşünmek harika. Kimsenin dinlemediği müzikleri dinlemek, kimsenin düşünmediği hayallere dalmak ve herkesten saklandığını düşünmek harika. Bunun için uykusuz kalmak ve kimi zaman uyku düzeninizi bozmak gerekebilir. Belki bir öğlen uykusuna da ihtiyacınız olacak sonrasında. Beklediğiniz kahvaltıyı yapamayacaksınız ama hayalinizde kızarmış ekmek yemek, kahve içmek o mükemmel güneşi selamlayan sabahları yaşamak var. Ben bu sabahları yaşadığımda güneş doğduktan sonra uykuya dalmaktan nefret etsem de kaçırmak istemiyorum. Belki bir poğaça bir gazete alıp eve döndüğüm zamanlar oldu. Şimdi yapmıyorum bunları. En son annemin “uyumana yardımcı olur” diyerek verdiği sıcak çikolatanın üstünden bile çok zaman geçti. Annemin evimizi vanilya kokusuyla dolduran kek denemelerinin ardından bir iki dilim kek yedikten sonra uykuya dalmalarımızın üstünden çok zaman geçti.
Şuan bunu yazarken bile saat sabah altıya yaklaşıyor. Güneş doğmak üzere. Selam verebilecek miyim neşeyle bilmiyorum. Kulaklığım takılı YouTube ’dan müzik dinliyorum. Uzun zamandır dinlemediğim, okul yıllarımı, kahkahalarımı, hayalleri hatırlatan şarkılar var kulaklarımda. Yavaş yavaş acıktığımı hissediyorum ama ses etmiyorum. Ses çıkarmadan salonda uyuyan annemi rahatsız etmeden yazı yazmaya devam etmek ve konuşur gibi rahatlamak istiyorum. Şunu yapmam gerek, bunu yapmam gerek diye düşünmek istemiyorum. Gülümsememi silmek istemiyorum. Sadece bu an varmış, sadece bu an olacakmış gibi. Sanki rüzgar esiyor gibi, sanki annemin verdiği tatlı sıcak çikolatayı yeniden içecek gibi.
Kendimi yeniden sevmek istiyorum dedim ya, kendime değer vermek istiyorum. Kendimden başka kimsemin olmadığını ve her zaman kendimle baş başa kalacağımı fark ederek aynaya bakıyorum. Kendime nasihatler veriyorum. Peki kaçını uyguluyorum? Kendimi görmezden gelmeyi ne zaman kesebilirim? Bu yıl 26 yaşına basıyorum kendime değer vermenin zamanı geldi de geçiyor bile.
Çocukluğumu korumaya çalışıyorum. Neşemi, yaşama isteğimi ve hayallerimi. “Senden” , “onlardan” saklamaya çalışıyorum. Benim önce mutlu olmam gerek. Kendime, canıma değer vermem gerek. Kendime değer vermek için kendimle ilgilenmem mi gerek yoksa kendime değer vermeden kendimle ilgilenemez miyim? Ben ne ara böyle soldum? Sabah kalkınca yüzümü yıkamak, dişimi fırçalamak bile gereksiz gelmeye başladı. Bunu hak etmiyorum diye mi düşünüyorum?
Ben yaşamayı yıllar önce bıraktım. Peki, neden canım acıyor hala? Sıkılmış bir öfkeyle dolaşıyorum. Suratsızım. İnsanlar soruyor; Bu halin ne? Okul çıkışını bekleyen bir öğrenci gibi, iş çıkışını bekleyen bir işçi gibi saatlerin boşa akmasını izliyorum. Farkındayım dakikalara yetişemiyorum. Beni daha dazla yalpalatıyor bu zaman. Aynı tonlamalar, aynı hakaretler, küfürler ve belirgin ezberlenmiş iltifatlar.
İyi olabilecek, mutlu olabilecek bir insanın sürekli melankolik bir havada sıkışması üzücü. Kendini o kara bulutların altında tutması üzücü. Güzel olabilecek bir şeyin yaşanamaması üzücü. Yazık ki. Ne yazık ki.
Bir gün bunların hepsi geçecek, hepsi bir anı olarak kalacak. İç çekişlerim olacak sadece. Dudaklarımda, gözlerimde hatırlandıkça hareketlenen anılarım olacak. Bir gün geçecek değil mi? Bugünler için “atlattık be!” diyecek miyim?
Ne garip o kadar şair var yazar var. Satırları, mısraları uçup gidiyor. Bu kelimelerin, cümlelerin, anlatımların ve tüm görüşlerin toplandığı bir cennet var mı? Düşüncelerin cenneti. Şair ve yazarların nefeslerinin boşa gitmediği bir cennet. Romantiklerin nefes alabildiği bir cennet.